YENİ BİR BÖLGESEL VEKALET SAVAŞI

Prof. Dr. Vişne KORKMAZ
Tüm Yazıları
Uzun bir süredir şu tabiri duyuyorsunuz: Bölgesel bir savaşın kıyısındayız. Bu tabir, ilgimizin nihayet İsrail'in Gazze'de yürüttüğü operasyonun ötesine, 7 Ekim saldırılarının asıl sarstığı şeye yani bölgesel güç dengesine/ bu dengeye dayanan düzene döndüğünü gösteriyor.

Savaş, teorik olarak, kimi zaman bozulan dengenin yerine oturması, düzelmesi için bir araç olarak da kullanılabilir ama durduğumuz noktada bu tür bir düzenleyici savaş için üç çok önemli sorun söz konusu. İlki sıklıkla zikrediliyor, bu tür bir savaş, kazancın ve kaybın yeniden dağıtılması için bir başlangıç noktası olabilir ama aktörlerin (bugünkü görünümü ile direniş ekseni ve diğerleri) kapasiteleri o kadar çok şey yapmaya elverişli ki dağıtılan el büyük ihtimalle kayıpların dağılımına dayanacak. Yani hala el yükseltmek için fırsat kollayan aktörler için bile bir bölgesel savaşa duhul olmak çok cazip değil.

Bölge dışı aktörler nerede duruyor

İkincisi, bölgesel aktörlerin kabiliyetleri gerçek bir kazanan belirleme noktasında yeterli değilse, bölge dışı aktörlerin kimi kime karşı destekleyeceği önem kazanıyor. Bu noktada bölge dışı büyük güçler arasında bir oydaşma yok. Hatta, Rusya ve Çin’in ismi çoğunlukla direniş ekseni ile birlikte anılıyor. Bu adreslere bölge devletleri, kimi zamanda ABD’nin istenmeyen politikalarını ya da ABD’sizliği dengeleyecek başkentler olarak bakıyor. Ayrıca unutulmamalı, bugün bölgede el yükseltme/tırmanma stratejisinin en açık uygulandığı alan Umman’ın doğusundan Kızıl Deniz’in sonuna kadar Husi saldırılarına açık olan alan. Bu alanın bir kısmı Mısır, Somali, Cibuti, Sudan gibi aktörlerin doğrudan temasına sahip olan bir bölge ve bu aktörler Rusya, Çin ve bu ülkelerin desteklediği milislerle farklı derecede olumlu ve olumsuz bir ilişkiye sahip. Ayrıca bu hat kendi güvenlik dinamikleri üzerinden de (Somaliland meselesinin gözler önüne serdiği) bir kutuplaşma arifesinde, kutuplaşmaya bölge dışı aktörleri çekme eğiliminde.

Buraya ABD’nin Ortadoğu’daki dengelerle ilgili kafasını netleştirmediğini de ekleyelim. Gazze savaşı nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın bu mücadeleden İsrail’in güvenliğini sağlamış bir aktör olarak çıkması mümkün değil. Hele ki Filistin direnişi üzerinden direniş ekseni trenine atlayacak tüm aktörlere bölgeye, bölge halklarına seslenme ve meşruiyet talep etme şansı doğmuşken. Bu meşruiyet alanını bölge için öldürmek artık ABD için mümkün değil – ki o nedenle daha ılımlı davranabileceğini hesapladığı Filistin Yönetimini küllerinden tekrar doğurmak arzusunda. Biden’ın, Blinken’ın savaş sonrası Gazze için iki devletli çözüm, Batı Şeria-Gazze birliği gibi şeyleri ağızlarında yuvarlamaları biraz da bundan. Öte yandan, Netanyahu iktidarının bu tür formülleri -keza Gazze-Batı Şeria ayrışmasından İsrail’in memnun olduğu sır değildi- kesinkes reddettiği ve Batı Şeria’nın da Gazze kadar radikalleşeceğini göstermek için Israil Savunma Kuvvetlerinin (IDF) Batı Şeria’ya yönelik saldırıları artırdığı bir gerçek. Kısaca ABD açısından bölgesel güçler dengesi yerine oturuncaya kadar bekleme dönemini geçirmek için vekalet savaşlarına göz kırpmak dışında bir seçenek yok görünüyor. Zaten bu yüzden bir yandan Biden-Netanyahu arasında ciddi bir anlaşmazlık varmış gibi medyada yansımasını bulan bir hikâye mevcut, öte yandan ABD’nin sağladığı mühimmat ile ve caydırıcılık altında İsrail, Gazze ve Batı Şeria’daki operasyonları dışında Direniş Ekseni unsurlarını (özellikle de İran’ın sınır ötesi operatif kabiliyetinin parçalarını) Lübnan’da, Suriye’de ve Irak’ta vurabileceğini gösteriyor. İsrail’in Körfez’de bir yerleri vurmasının yaratabileceği etkiyi hesaplayan ABD, Yemen’e karşı operasyonu koalisyon ile götürme kararlılığında yüzünü burada açıkça gösterse de vekalet savaşını cesaretlendiren bölgesel savaşı caydıran duruşundan vaz geçmedi. Dolayısıyla bölge dışı aktörlerin bölgeye müdahalesi üzerinden şekillenebilecek şimdilik ancak sınırları genişlemiş bir vekalet savaşı olabilir.

Direniş Ekseni ve diğerleri

Üçüncüsü bölge devletlerinin içine düştüğü ikilemlerle ilgili. Bu ikilemler aslında sadece güvenlikle de ilgili değil, rejimle ilgili olan, meşruiyet ile ilgili olan yönleri de var ama sonuçta güvenlik ikilemi biçiminde vuku buluyorlar. Bu ikilemler aktörler açısından kayıp kazanç denklemini değiştiriyor. Rakiplerin kazancına kendi kayıpları kadar hassas hale geldikleri bir zemini hazırlıyor. Bu tür bir haleti ruhiye bölgeyi Arap Baharları esnasında da ziyaret etmişti ve sonuç bölgesel aktörlerin tümü için kayıp olmasa da bölgesel istikrar için olumlu olmamıştı. Bugün o günkünden farklı olarak bölge, sivil toplum ve rejim düzeyinde Filistin direnişi konusunda aynı noktada buluşuyor. Bu buluşmada rejimleri Filistin meselesini yeniden bölge politikasının kalbine taşımaya iten sokaklar ve halkların kurduğu baskı. İsrail’in Gazze politikası o kadar unutulmaz izler bıraktı ki halkların ve sokakların hafızası kısa sayılmayacak bir süre rejimleri korkularının sınırında İsrail ile ilgili stratejilerinde kamuoyu önünde sınırlandırılmış tutacak.

Ama bölge ülkelerinin pek çoğu Filistin Direnişi ile Direniş Ekseninin buluşmasından haliyle huzursuz. Direniş ekseni, Irak, Suriye, Lübnan derinliğinde yeterince hareket alanına sahipken şimdi Hamas, Husiler ve direniş üzerinden kuvvet gösterme arzusundaki her grup için bir liman işlevini görüyor. Zira vekalet çatışması içerisinde İran kimi zaman cevap vermeye, arzu etmese de mecbur kalabiliyor. Aksi bir durum caydırıcılığına zarar verebilir. Zaten bu nedenle başta direniş ekseni ile soğukkanlı bir ilişki kuran, bu eksenin unsurlarının otonomisini kısmen tanıyan İran’ın Lübnan, Irak ve Suriye’de İsrail’in gerçekleştirdiği akıllı saldırılar sonrası retoriğini misillemeyi içeren bir yöne kaydırdığını görüyoruz. Kuzey Irak, Irak ve Pakistan’a yaptığı saldırıları da bu misilleme mantığı üzerinden açıkladı, ama vurulan hedefler ve kullanılan füze kapasitesi bize İran’ın hiç çekinmeden her yeri vurabilirim mesajı verme niyeti olduğunu gösteriyor. Bu ortamda İran, bölgesel aktörlerin kendisine dengeleme mantığı ile yaklaşacağının farkında, tıpkı Direniş Ekseninin Filistin davası üzerinden meşruiyet kotardığının farkında olduğu gibi. İran’ın vekili olarak görünen unsurlarının bu meşruiyeti sadece kendi yerel gündemleri üzerinden Gazze’de, Lübnan’da, Yemen’de harcaması çok yazık olur. Bu yüzden Tahran, Direniş Ekseni ne kadar otonommuş görünen unsurlardan oluşsa da arkasında kapasite inşası ötesinde stratejik bir akıl verici olarak işlev gören Tahran imajını da bırakmak istemiyor. Bu imaj hem İran’ın caydırıcılığını (belki biraz da ayna etkisi ile güçlendiriyor) hem de İran’a yönelik keskin bir dengeleme stratejisine bölge devletlerinin güle oynaya katılımını önlüyor.  

Bu mesele yani bölgedeki vekil aktörlerin ne kadar İran vekili olduğu geçtiğimiz hafta Husiler gündemin merkezini işgal etmişken çok tartışıldı. Husilerin Yemen siyasetinde bir aktör olarak ortaya çıkması elbette İran’a yakınlaşmalarından çok önceye dayalı, dolayısıyla tamamen patronun gündemini takip eden bir milis gücünden ziyade Lübnan Hizbullah’ı gibi yerel alanda siyasi kontrol ve bu kontrol üzerinden bölgesel statü amaçlayan bir aktör söz konusu. Ama bugün bu aktörün küresel ticareti ve bölgesel ekonomileri (örneğin Mısır’ın gelirlerini) etkileyebilecek derecede kabiliyet ile donatan, Körfez ülkeleri için bir risk haline getirecek füze yeteneklerini elde etmesini sağlayan 2004’ten itibaren Riyad ile girdikleri mücadele içerisinde savaşan aktör olarak İran ile yakınlaşmaları. Bu kapasitenin Yemen’e yönelik koalisyon saldırıları ile sınırlanamayacağını ABD başkanı da geçtiğimiz günlerde bir gazetecinin sorularını cevaplarken kabul etti. Yine de ABD ve koalisyonun askeri operasyonları devam edecek zira bir şey yapıyor görünmek ve vekalet savaşının -özellikle de İsrail ayağını- rahatlatmak gerek. Bu çeşit kabiliyet inşası, yerel alan ne kadar zorluk yaşarsa yaşasın (Yemen’de, Lübnan’da açlık iki üç yılda bir gündemimize düşer) bu alanda siyasal aktör olmak isteyen silahlı gruplara yerel alanın ötesine seslenmek ve kendi yerel davalarındaki başarı-başarısızlık değerlendirmesini anlamsızlaştırmak şansı veriyor.

Bölgesel savaş başlamadı ama herkes herkesi vurabiliyor

Bu atmosferde Direniş Eksenine karşı açık bir karşı eksenleşme, hem şu-bu nedenle (ki zamanında bölge aktörlerinin İhvan karşıtı politikaları da bu yolu açtı) bu limana yanaşmış gemilere sonsuza dek bu limanda durun, sizi kaybetmeyi göze aldık demek, hem de Filistin direnişinin üstünü çiziyoruz- dolayısıyla halkları kaybetmeyi göze alıyoruz demek. Bölgede kimse bu adımı atmaya cesaret edemediğinden bölgesel savaştan ziyade İsrail’in de vekil aktörleştiği bir vekalet savaşı formatında bölge dengesi şekillenmeden, yerine oturmadan birbirini vurmaya devam ediyor. Sıklıkla geçtiğimiz hafta kim kimi vurdu alt alta yazılıp paylaşıldı- biz de tekrar hatırlatalım: İran, Kuzey Irak, Suriye ve Pakistan’ı vurdu. Pakistan, İran’ı vurdu. İsrail, Suriye’yi vurdu. İran, Irak’taki ABD üssünü füzeleri ile hedef aldı. Hamas, İsrail’e füze göndermeye devam etti. İsrail, Gazze’nin güneyi, Güney Lübnan ve Batı Şeria’yı hedef aldı. Hizbullah karşılığında İsrail’e yönelik füzeler gönderdi. Türkiye, terörle mücadele kapsamında Irak ve Suriye’de PKK hedeflerini vurdu. Koalisyon güçleri Husilere yönelik operasyon düzenledi, Husiler Kızıl Deniz ve Aden Körfezi’nde ABD ve İngiltere varlıklarının meşru hedef olduğunu açıkladı. Kimi bu özete baktı ve açıkladı; bir bölgesel savaştayız. Yukarıda saydığım nedenlerle bir bölgesel savaşta olduğumuzu düşünmüyorum. Ama bölgesel bir vekalet savaşının, herkesin herkesi vurduğu, çoklu sınırlandırma üzerine kurulu ama bölgesel düzen ve güç dengesi oluşturmaktan çok uzak bir vekalet savaşının içerisindeyiz. Bu tür bir vekalet savaşı da en az bölgesel savaş kadar zarar verici olacak.