11 EYLÜL MUHASEBESİ

Prof. Dr. Vişne KORKMAZ
Tüm Yazıları
Bu yıl 11 Eylül'ün seneidevriyesi, ABD'nin terörle mücadele stratejisinin 20 yıllık bir muhasebesine dönüştü.

Bu yıl 11 Eylül’ün seneidevriyesi, ABD’nin terörle mücadele stratejisinin 20 yıllık bir muhasebesine dönüştü. Sonuçta üzerinden 20 sene geçmiş, ABD’nin hem küresel terörizmle mücadelesi hem de bölgede sürdürdüğü savaşlar çok farklı bir biçim almıştı. 2009’dan itibaren ABD bu savaşların pek çoğunu bitirdiğini ilan etmiş, çekilmiş, geri dönmüş, sonra tekrar çekilmiş, bombalar aracılığıyla cezalandırmak için geri dönmüş, drone savaşı vermiş, üstlerinden kuvvet azaltmış, sonra tekrar artırmış, sonra üstlerinden kuvvet kaydırmış, NATO aracılığıyla dönmüş, birilerine suikast yapmış, birilerini öldürmüş, özel hapishaneler kurmuş, sonra kapatmış, sonra daha az özel hapishaneler kurmuş, ulus-devlet kurmak için Ortadoğu’ya paralar akıtmış, sonra bu projelerin başarısız olduğunu ilan etmiş; kısaca 20 yılda denenmedik bir taktik, tartışılmadık bir mesele bırakmamıştı.

Hegemonyanın Trajedisi

Tüm bu gidiş-gelişlerin maliyetinin 8 trilyon Amerikan Doları ve 1 milyona yaklaşan ölüm olduğunu bugün prestijli üniversitelerin raporlarından okuyoruz. Üstelik ABD, bu 20 yılı “iyi bir şekilde kullanamadığı” için bu raporlarda suçlanıyor. Tek taraflılığın avantajları Guantanamo ya da Balgam üssüne, işkence merkezlerine ve işgal edilmiş topraklarda yağmalanan müzelere, saraylara, arşivlere filan gömülürken Rusya ve Çin’in yükselişinin ıskalandığı düşünülüyor. Trump yönetimi, rakiplere “büyük faturaların kesileceği” ve böylece ABD’nin liderliğini paraya dönüştürebileceği bir dönem olma şansını da Kovid 19 krizi ile beraber kaybetti. Ayrıca Trump’ın Beyaz Saray’dan ayrılışı “Kongre Baskını” neticesinde gerçekleştiği için, Demokratlar için de demokrasi ihraç edilebilecek tek adres şu anda ABD’nin kendisi gibi duruyor.

Kısaca takvimler 2021 yılının 11 Eylül’ünü göstermeden hemen önce, ABD karar alıcılarının ve kamuoyunun ruh hali “hegemonyanın trajedisi” kıvamındaydı. Bir Conrad romanında gibiyiz: Batı’da ikametgahlarında hanımlar ve beyler gerçek savaş meydanından uzakta çay içerek medeniyetlerinin üstünlüğünü tartışadursun, vahşiliğin ortasında, karanlığın yüreğine doğru yol alan bir gemide vahşiliğin kötüleştirdiği imparatorluk temsilcileri barbarların son saldırısı ile yutulmayı beklemekte. Doğrusu hafif oryantalizm soslu romantize bu ruh halini güçlendiren sadece terlikleriyle Kabil Ordusu’ndan kalan tankların üzerine çıkan Taliban militanları ya da Biden Yönetimi kaç borusunu çaldığında tası tarağı toplayıp sahayı başkalarına bırakan Avrupalılar değil, Kabil saldırılarıyla “ben buradayım” diyen DAEŞ-Horasan’ın giderayak 13 ABD askerini ve çok sayıda sivil Afganlıyı öldürerek, Afganistan’ın aslında terörden kurtulmadığı herkese ilan etmesi.

DAEŞ’in Hortlaması

DAEŞ’in hortlamasının Doha Anlaşması’nın taraflarını hedef aldığı yazıldı-çizildi. Nitekim Taliban’ın yüzü de Kabil saldırılarından beri tam gülmüyor. ABD, Taliban’ın radikal/sertlik yanlısı unsurlara yer verdiği geçici hükümetini açıkça eleştirdi. Taraflar birbirini Doha Anlaşmasına uymamakla suçladı ve geçici hükümet, adına uygun biçimde, sessiz sedasız, törensiz çalışmaya başladığını açıkladı. DAEŞ’in Kabil saldırısı aslında Biden’ın Afganistan çekilmesini teröre karşı zafere bağlayan konuşmasının hemen ardından geldiği için bir eliyle Biden yönetimine güçlü bir yumruk atıyordu. Bu yumruğun etkisi sürüyor olmalı ki, 11 Eylül’ün 20. Yılını Afganistan savaşını sona erdiren bir zafer etkinliğine döndüremedi Biden Yönetimi. Kısaca 11 Eylül’ü sembolik bir dönüşüme uğratmayı (hükümet töreni yaparak veya terörizme karşı zafer ilan ederek) ne Taliban ne de ABD yönetimi becerebildi. Bu nedenle de kayıpların nasıl dağıldığı, kimin daha çok kaybettiği üzerine sayısız analiz, bülten, makale yayınlandı bu 11 Eylül’de. Ancak bu kayıplar tablosu, 11 Eylül’ü dönüştürememe beceriksizliği ya da güçsüzlüğü önümüzdeki manzaranın sadece bir yönü. Sırf buna odaklanmamalı zira bir Conrad romanında değiliz. Önümüzde duran manzaranın diğer yüzü, ABD’yi hedef alan küresel terörün de ABD’nin küresel terör mücadelesinin de çoktan değiştiğini söylüyor. Bu açıdan Afganistan’da şu an ortaya çıkan durum; Taliban’a saha açılması, Taliban’ın sahayı kontrol için El-Kaide ve diğer radikal/radikalleşebilecek unsurlara göz kırpması, dış aktörlerin- Taliban’a destek verenlerin bile- reaksiyona yol açmamak için temkinli davranması ama sahada Taliban olduğu için herkesin Taliban’a ulaşmak istemesi bir sebep değil, sonuç.

Küresel Terör ve Ulus İnşası

Hatırlanacaktır; 11 Eylül saldırıları ayrılıkçı ve ideolojik terör saldırılarından ayrılıyordu. ABD’nin o veya bu topraktaki varlığı ve politikaları yerine, ABD’nin küresel varlığını hedef alıyordu. Bu nedenle de küresel terörizm olarak 4. Dalga terörizmin ilk örneği sayılmıştı. ABD de küresel terörizme karşı yeni bir mücadele biçimi ortaya koymuştu. Küresel terörle küresel mücadele ABD’nin her yerde olmasını gerektiriyordu. Aslında Soğuk Savaş sonrası dönemde üsler, müttefikler ve füzeler ile ABD her yerdeydi ama bu dolaylı varlık, hatta El Kaide’ye yönelik 1990’ların sonundaki cezalandırıcı eylemler 11 Eylül’ü engellememişti. Bu nedenle Washington, ABD’ye yakın, hatta ABD’ye bağımlı ulus-devlet inşasıyla sahayı gerçekten kendi önleyici varlığı ile doldurarak küresel terörizmle mücadele etmek istedi. Bugün Biden yönetimi o gün ABD’nin terörle mücadele yöntemi olarak ulus inşasını benimsediğini unutmuş gibi davranıyor ve yaşanan her şeyi demokrat aşırılık olarak tarihe gömmek istiyor. Oysa unutulmamalı; Washington’un yeni ulus-devletler ile terörle mücadele etme yöntemi sadece ulus-devlet inşası bir türlü gerçekleşmediği için başarısız, yetersiz kalmış bir yöntem değil. Aynı zamanda ABD’nin var olan devletleri, merkezi kurumları, sadakat bağlarını çözme stratejisi – ki yeni inşa için yapı-bozum bir gereklilikti- terörü ve radikalleşmeyi de değişime uğrattı. Küresel terör, tekrar belirli topraklar üzerinde bir iddia kazandı.

Teröre Karşı Terörize Vekalet Savaşları

DAEŞ kimliğinde küresel terörün tekrar toprak mücadelesine, egemenlik mücadelesine katılmasının ABD’nin işgal ile ulus-devlet yaratma projesinin bir sonucu olduğu çok sık ifade edilmez. Nitekim, El-Kaide’den DAEŞ’e doğru bu dönüşüm ABD’ni terörle mücadelede ulus-devlet inşasından vekalet savaşlarına dönmeye itti -ki radikal unsurların başka radikal unsur ve terör örgütleriyle kontrol edilmesi ABD’ne iki açıdan karlı geliyordu. Öncelikle bu tür bir vekalet savaşı, sonu gelmez bir egemenlik mücadelesi yaratıyordu. Bu mücadele böylece belli bir bölgeye bağlanıyor, bölgesel güçleri finansman-istihbarat ve terörle mücadele hatları üzerinden içine çekiyor ve belli topraklarda (örneğin Suriye, Irak, Afganistan vb) bir nevi kara-delik oluşturuyordu. İkinci olarak bu tür bir vekalet savaşı ABD’nin rakiplerinin (kasıt Çin ve Rusya) belirli alanlara girişini, belirli alanları kontrolünü maliyetli hale getiriyordu.

Ancak terör örgütlerinin vekalet savaşları içinde araçsallaştırılmasının ABD için bir ön koşulu, bir de siyasi koşulu var. Ön koşul, bu kara delikten sıçramaların ABD istihbaratı ve uzaktan erişim unsurları tarafından durdurulması. Hatta terörü terör ile kırma stratejisinin bu tür bir istihbarat yönlendirmesi ile mümkün olduğunca yerelleşmesi. Siyasi koşul ise bu ön koşulun bir uzantısı: ABD’nin (Amerikan üsleri ve askeri dahil) vurulmaması. Siyasi koşuldan ödün verildiği için Obama, Trump ve Biden yönetimleri eleştirilip duruldu. Ancak Kabil saldırılarının cezalandırılması için ABD’nin DAEŞ unsurları yerine ABD adına çalışan unsurları vurduğu iddiası ABD geri çekilişinin terörle mücadele ayağının dayandığı ön koşulu, güçlü istihbarat ve saha bilgisi ayağını da sıkıntıya sokuyor. Bu durum da ABD çekilmesini, ki zafiyet göstermek pahasına yapılan bir çekilmeydi, henüz yarım kalmış bir proje haline getiriyor. ABD’nin bu projeyi kiminle iş birliği yaparak tamamlamak zorunda kalacağını ileride daha açık göreceğiz.