TÜRKİYE'DEN İSVEÇ'E ONAY: NEDEN BU KADAR UZADI VE NEDEN ŞİMDİ?

Prof. Dr. Vişne KORKMAZ
Tüm Yazıları
Bu hafta neredeyse NATO'nun Madrid Zirvesinden beri devam eden İsveç'in NATO üyeliği sürecinde Türkiye ayağında çıkan pürüzler aşıldı. Sürecin aşılması, aslında, Madrid'deki mutabakat sonrası sürpriz de değil.

Bilindiği üzere İsveç ve Finlandiya özelinde Türkiye’nin dillendirdiği bazı çekinceler dışında Ankara prensipte NATO’nun genişlemesine destek veren, NATO caydırıcılığının güçlenmesini de memnuniyetle karşılayan bir aktör. Türkiye için çok önemli olan stratejik otonomi ve milli kapasiteler üzerinden ulusal caydırıcılığı kuvvetlendirmek fikri güçlü NATO caydırıcılığına destek verme ve bu caydırıcılığın da altında olma fikri ile çelişmiyor Ankara’nın stratejik zihninde. Mesele çıktığında, bu yüzden, ilkeler düzeyinde çıkmaktan çok ittifak politikaları düzeyinde yani kim kime güvenebilir sorusu üzerinden çıkıyor.

Madrid Mutabakatı çok önemliydi

İsveç ve Finlandiya, özellikle de Stockholm, NATO’ya üye olmak istediklerinde de Ankara tarafından güvenilirlikleri noktasında sorgulandılar. Türkiye, iki ülkenin teröre destek verme ve Türkiye’nin savunma sanayine yeterli desteği vermeme noktasında güvenirliliğini sorunlu buldu ve bu noktada iki aktörün niyetlerinin ciddiliğini kanıtlamasını talep etti. Bence, bu bağlamda Türkiye’nin talebine yönelik en ciddi yanıt 2022 Madrid Mutabakatıdır. Türkiye o mutabakat ile NATO çatısı altında ve iki ülkenin NATO üyelik isteğine bağlı olarak terör örgütlerine iki başkentin desteğinin kesilmesi ve Türkiye savunmasına yönelik kısıtlayıcı tedbirlerin kaldırılması konusunu, terör örgütlerinin ismi de zikredilerek kayıt altına aldırdı. İki ülke, aynı zamanda AB üyesi olduklarından- hatta AB’nin kuzey ülkeleri kültürünü temsil eden bir yerlerden geldiklerinden, bu mutabakat ile iki ülkenin Türkiye’nin savunma ve güvenliğine katkıda bulunmayı, anılan hususlarda halel getirmemeyi vaat etmeleri, Türkiye-Avrupa ilişkilerinde güvenlik alanında iyileşen bir iş birliği beklentisini de beraberinde getiriyordu. Nitekim mutabakatta biraz muğlak olmakla beraber PESCO’ya yapılan bir atıf olduğu da hatırlanmalı. Dolayısıyla Madrid Mutabakatı, muhtemelen o masaya oturup bu sözler altına imza koymak konusunda çok gönülsüz olan İsveç’in o günkü hükümeti de dahil tarafların siyasi niyet beyanıydı ve ciddi bir sorumluluk yaratmaktaydı. Türkiye, o gün o noktada zaten kazanımlarını almış, kendisi de mutabakat ile niyetini yani mutabakat koşulları gerçekleştirildiği takdirde iki ülkenin NATO üyeliğine izin verme niyetini ortaya koymuştu. Nitekim, Finlandiya 2023 Vilnius Zirvesinden önce bu süreci Türkiye ile karşılıklı olarak kotarmayı başardı.

Süreç niye uzadı?

İsveç ile süreç neden uzadı ve niçin şimdi çözüldü meselesinin tek bir cevabı yok. Öncelikle iki yıl boyunca tekrarlanan cevabı söyleyelim. İsveç süreci kötü yönetti-ki süreci iyi yönetmeleri kendileri açısından zordu. Kuzey Avrupa stratejik kültürü güvenlik uygulamalarını ve zihniyetini İttifak’ın alanından da Türkiye’nin stratejik kültüründen de uzakta bir yerlerde tanımlar. Toplumsal zeminde sadece Türkiye’ye uzak değil, çeşitli nedenlerle Türkiye karşıtı grupların etkisi de biliniyordu. Ayrıca Stockholm büyük devlet geleneğinden gelen bir ülke, basit bir “takip” davranışını sindirmesi, özellikle Madrid Mutabakatında norm koyucu olarak Ankara belirdiğinden, Ankara’yı takip etme davranışını sindirmesi kolay değildi. Zaten bu nedenle, İsveç eliti özellikle bir süre Ankara’yı değil ABD’yi takip ediyorlarmış hissiyatı ile hareket etmeyi seçtiler. Bu Anglo-Sakson prütenizmine meyilli modern İsveç ruhuna da aykırı bir düşünce değildi. Dahası hepimiz biliyoruz NATO’nun Kuzey Avrupa’ya genişlemesi Büyük Britanya, Norveç, Finlandiya, Danimarka gibi bazı ülkeler için özellikle önemli ama bu her şeyden önce bir ABD stratejisi.

Ukrayna Savaşı dahilinde Rusya’yı sınırlamak konusunda ABD pek çok açıdan başarısız olmuş olabilir ama NATO’nun Rusya’nın olası alan kapatma ya da hibrit savaş dahilindeki saldırıları karşısında kısa dönemde ortaya çıkabilecek açıklarını tamir etme ve NATO’nun caydırıcılık alanını genişletme konusunda son derece başarılı. Rusya ile itişip kakışma bitmeyeceği için caydırıcılığın sınanması endişesi her daim var olmaya devam edecek ama sonuçta Rusya veya herhangi bir rakip NATO caydırıcılığını gerçekte sınamaya da şu an için cesaret edemedi. Öte yandan, Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelik niyetlerini açıklayarak kendilerini hedef tahtasına koyduğunu ifade edenler de yanılmıyordu. Allahtan Rusya’nın nefesi Ukrayna’nın ötesine çatışmaları hibrit yollarla olsa da ilerletmeye yetmedi ve daha riskli bir konumda olabileceği düşünülen Finlandiya, Ankara ve Budapeşte’yi ikna etme işini daha önce halletti.

Türkiye norm koyucu

Bu tablo, İsveç’in acele etmesine ihtiyaç var mı yok mu sorusunu da beraberinde getirdi. Bir yanı ile var, zira süreç uzadıkça İsveç-Türkiye hattında çıkan anlaşmazlıkları kendi radikalleşmeleri için mazeret olarak kullanmak isteyenlerin İsveç’e akın edebildiğini gördük. Batı ve özelde de İsveç siyasi eliti, NATO’ya üyelik konusunun, kendilerini hedefe oturtmuşken toplumsal zeminde sorgulanması sorunuyla baş başa kaldılar. ABD’nin güvenlik garantileri ile mi işi götürsünler yoksa Ankara’yı ikna edecek diplomatik süreci mi işletsinler ve normlar açısından Ankara’nın peşine takılmış olmayı içlerine mi sindirsinler, gelgitlerle dolu bir süreç oldu. Bugün Türkiye’de kamuoyu üyelik sonrası İsveç’in sözlerine ne kadar sadık olacağı meselesi üzerinde duruyor doğal olarak. Ama bu süreçte Türkiye’nin güvenliğini önceleyen normların iki ülkenin üyelik sürecinde NATO kurucu normları ile aynı ciddiyette ele alındığı, bunun başarıldığı, unutulmamalı. Ayrıca bu süreçte Ankara merkezli norm inşasına İsveç’in bu kadar kendini kaptırmasının Budapeşte’de rahatsızlık yarattığını da görüyoruz. Macaristan’dan yapılan açıklamalar mealen İsveç’in Türkiye kadar Macaristan’ı ikna için zaman harcamadığını, Stockholm’ün “kibirli davranışlarından” Macaristan’ın memnun olmadığını söylüyor. Olaya tabi sadece pazarlık ve kazançlar boyutundan bakanlar var. Ancak Türkiye’nin süreçte kazandığı -sınırlı da olsa norm koyucu- etkinin Macaristan gibi ayrı kimliğini her fırsatta sergilemek isteyen ülkelerde bir imrenme yarattığını da söyleyebiliriz. Tabi, İsveç Macaristan’ı nasıl ikna eder, artık bu NATO kadar, hatta ondan daha önce kendini Rusya’nın hedef tahtasına koyan İsveç’in, Rusya’nın ve ikili anlaşmalar bağlamında İsveç’e güvenlik garantileri veren ABD’nin meselesi.

Türk-ABD ilişkileri ile ilintili hale gelmek

İsveç ile ilgili sürecin uzamasının temel bir nedeni de konunun Türkiye-ABD ilişkilerinin bir konusu haline gelmesiydi. Madrid Mutabakatına kadar iki taraf da bu konuyu bir İttifak meselesi olarak ele almayı seçti ancak mutabakat sonrası süreç ABD’nin beklentilerinin ötesinde biraz önce bahsettiğimiz kötü yönetişim çerçevesinde uzayınca Biden yönetimi İsveç’in NATO üyeliğini Türk-Amerikan ilişkileri ile ilintili hale getirme eğilimi gösterdi. Türk-ABD ilişkilerinde iki temel sorun var. İlki güven eksikliği ve maalesef güven artırıcı adımlar ve bu yöndeki çaba -sonuç vermediğinde ya da bir pazarlık aracına dönüştürüldüğünde- güven eksikliğinin giderilmesini değil daha fazla güvensizliğe neden oluyor. Diğer sorun da kompartımanlaştırma stratejisinin işlememesi, Ankara ve Washington arası ikili ilişkilerde özü itibariyle alakalı alakasız her konu birbiriyle ilintili hale geliyor. Bunda ABD’nin küresel bir güç olması, bölgeye ve bölgesel dengelere çok yukarıdan, çok uzaklardan, çok dikkatsizce bakmasının da etkisi var. Dolayısıyla İsveç’in NATO üyeliği Türk-ABD ilişkilerinin bir konusu haline geldiği anda Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanan bu temel sorunlara da saplandı kaldı.

Bugün İsveç’in NATO üyeliği yolunda Ankara’nın onayı, İsveç’in Türkiye’de siyasi eliti ikna etmek için çaba harcaması, Madrid Mutabakatı ile başlattığı süreci devam ettirmesi kadar Türk-Amerikan ilişkilerinde de bir kıpırdanma olduğunu gösteriyor. Bu kıpırdanma sonucunda Türkiye’ye F16 modernizasyonu ve satışı ile ilgili verilen sözün yerine getirilmesinin önü açıldı. Eğer satış gerçekleşirse Türkiye, MMU’nın envanterine ve sistemlerine entegre olmasına kadar hava kuvvetleri açısından arayış içerisinde olduğu ara çözümü bu şekilde gerçekleştirmiş olacak. Mesele yine kamuoyunda maliyet ve Yunanistan’a da eş zamanlı olarak verilmesi planlanan F35’ler üzerinden tartışılıyor (-ki yine biliyoruz Yunanistan’a işbu kapasite inşası Türkiye ile F16 meselesi hallolmadığından bekletiliyordu. ABD, hala Ege’de gözettiğini söylediği Türkiye-Yunanistan dengesini gözetmeye devam ettiği mesajını vermek istiyor). Her türlü tartışma ve karşılaştırma yapılabilir tabi, Türkiye’nin ve kamuoyunun ABD’ne duyduğu güven eksikliği de devam edebilir ama sonuçta eğer satış ve modernizasyon gerçekleşecek ise bu bedeli ödenmiş dahi olsa, bir ara çözüm dahi olsa bir kapasite inşası ve paylaşımı.

Neden şimdi?

Bugün bu konuda tarafları daha net konum almaya ve anlaşmayı tamamlamaya iten faktörlerden birinin de Ortadoğu’da değişen dengeler olduğunu da unutmamalıyız. ABD’nin değişen dengeleri toparlamak için ne yapacağı hala çok net değil. UAD’nı bu cuma günü almış olduğu karar ile İsrail’e ateşkes emri vermemiş olabilir ama İsrail’in askeri operasyonları ya da siyasi ağırlığı üzerinden bölgesel dengelerin sağlanma şansı artık daha da az. Basına yansıyan ABD’nin Irak ve Suriye’den çekilmeye hazırlandığı ile ilgili iddialar doğru mu, doğru ise amacı ne ve bu amaç bölgesel dengelerin yerine oturmasına imkân verecek mi sorularının cevabı belli değil ama tüm bu hay huy içerisinde bölgede ayakta kalan aktörlerin bölgesel diyalog mekanizmalarından kopmadan kapasite inşası ile ilgili daha ciddi düşünecekleri, ABD’yi de düşünmeye sevk edecekleri çok açık.