TARİK

Recep GARİP 01 Mar 2024

Recep GARİP
Tüm Yazıları
"De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri öğüt alır." Zümer sûresi, âyet 9

Önce yoldaş sonra yol, önce sadık, sonra tarik denilmiştir. Yoldaşın doğru olursa yolun da doğru olur. Dostun yanlış olursa, yolun da eğri büğrü olur. Eskiler böylesi bir anlayışı gelenek haline dönüştürmüşler ki, ferdin başına bir musibet gelmesin. Yalnız olanı, sürüden ayrılanı kurt kapar derler. Yalnız olanın, yalnız yola çıkanın başına ne gelir, yolda nelerle karşılaşır bilinmez. Buna sebeptir ki, insanın dostları olmalı yoluna baş koyacağı, yoluna başlar konulacağı. Hani derler ya, bahar günlerinde herkes dost olur, aslolanın kış günlerinde kimlerin dost olduğudur. Zor günlerde, zor anlarda her şeyiyle elini uzatabilen, yüreğini yüreğine koyabilen, gözünü budaktan esirgemeyen, elinden gelen her yardımı yapabilecek fedakârlıklarda bulunan kişilerdir dostlar. Zor günlerde beraber olan kolay günlerde, düğün ve şenliklerde zaten beraberdir. Çıkarsız ve karşılıksız sevginin adıdır dostluk. Kolay kazanılmadığı gibi kaybedilmesi de güçtür. Nedenlerle bir arada bulunanların nedenleri bittiğinde kaybolup gittiklerini görürsünüz. Çıkar ilişkileri günü birliktir. İşi bitince kaybolur gider. Size sırtını dönmeyecek, arkanızdan kimseyi konuşturmayacak, iyi ve kötü günlerde birlikte olabileceğiniz dostlar edinmelisiniz. Uzun soluklu beraberlikler, birtakım olayların vaz geçiremediği kişiler ancak dost olabilir. Makamın, paranın, çıkarların beraber kıldıkları güneşli yağmurlara benzer. Yaz yağmurundan farkı yoktur. Mezara kadar beraber olduğunu söylerler lakin Pazar olmadan kaybolmuşlardır. Yolu biz biraz da mümin kardeşliğin bakışıyla baktığımızı da ifade etmiş olalım. Çünkü müminlerin kardeşliği bazen aynı ana babanın evlatlarından daha kıymetlidir. Yolu da, yolcuyu da bu bakışla değerlendiriyoruz. Yolcunun istikamet sahibi olabilmesi için kavi bir iman ehli olması, Kuran ve sünneti hayatın ölçüsü olarak bilmesi ve bu ölçü çerçevesinde hayatını tanzim etmesidir.

 

Tarikat; Sırat-ı Müstakim üzere dosdoğru olanların yoludur. Şeriattan bir milim sapmadan Kuran ve sünnetin takip edilip yaşanmasıdır. İslam’ın, hakiki anlamda kavranmasına, hakikatin izlerinin takip edilmesine, maddenin tutsaklığından kurtulmasına vesile olan, helali helal, haramı haram bilip, peygamber ahlakıyla ahlaklanma yoludur. Allah ve Resulünü her şeyden çok sevme ve tabi olma yoludur. Adı, sanı ne olursa olsun hak ölçüsü Kuran ve sünnettir. Hakikate giden bu yolun birden çok temsilcileri mevcuttur. Her biri Kur’anı Kerimden beslenir. Şeriat, Tarikat, hakikat ve marifet olarak tanımlanmıştır. Bu ana unsurlar; Rasulülullah’ın yaptıklarını taklit ederek tahkiki (hakiki) imana erişebilme çabasıdır.

 

Bu yolun yolcularının ilim sahibi olması lazım gelir ki irfan ehlini anlayabilsin ve onlardan olma ümidi bulunsun. İlim eksikse her şeyde eksiklik söz konusudur. İlim insanın kalbini, ruhunu ve aklını cilalamakla kalmaz, aynı zamanda ruhunu da beslemiş olur. Müslim’de zikredilen bir Hadisi şerifte şöyle ifade ediliyor: “Şüphesiz ilim sahibi (âlim) için, göklerdeki ve yerdeki her şey, hatta sudaki balık(lar) dahi dua ve istiğfar ederler.” İlmiyle amel sahibi olabilen bilgelere, yol göstericilere, irfan ve hikmet ehline ihtiyacımız vardır.

 

Ruh ancak ve ancak maneviyatla, zikirle, tefekkürle, duayla, ibadetlerle, farzlara ilaveten nafileleri artırmakla, sünnette ki hassasiyetle iyileşir. Peygamber (as), Hz. Ebu Bekir’i Sıddık ve Hz. Ali (kv) Efendilerimiz kanalıyla bu alana işaret buyurmuşlardır. Sonraki asırlarda bu yolun öncüleri olarak sayabileceğimiz Cüneyd-i Bağdadî, Bayezid-i Bistami gibi zatlar bu yolun ufkunu, disiplinini, prensiplerini, usulünü belirlemişlerdir. Daha sonraki dönemlerde ise, Şah-ı Nakşibend, Abdülkadir-i Geylanî, Ahmet er-Rufai, Mevlâna Celaleddin-i Rûmi, İmam-ı Rabbani gibi zatların temsil ettiği, ümmetin birliğine, beraberliğine, tevhid ve güzel ahlak sahibi olmalarına zemin hazırladıklarını da ifade etmeliyiz.

 

Medreselerin, mekteplerin farklı isimlerde olması gibi farklı isimlerle anılan tarikatların hepsi (istisnalar kaideyi bozmaz) insanı iyileştirme, varlıkların en şerefli olduğunu idrak ettirme, insanı kâmil vasfına ulaşmanın yollarını, yollardaki engelleri aşma usullerini öğretmekte, Allaha kul, Rasulüne iyi birer ümmet olabilme fırsatını hatırlatmaktan ibarettir. Kişi ne yaparsa kendine yapar. Yapacağı her şeyin bir bedeli vardır. Kul olmak, Kuran mektebinde okumak, Peygamber sofrasından yiyip içmektir. Adama, kimde okudun, hocan kim diye sorarlar? Sen de, ben falan kişide okudum, filan Hoca Efendinin talebesiyim. Beni irşad eden falan zattır diye cevaplar verirsin. Bunlar ayrılıkçı olmaya değil birliğin, beraberliğin, kardeşliğin daha da güçlenmesine, gayretlerin artırılmasına vesiledir. Öyle olmalıdır.

 

Bu yol Allah Resulünün ve Ashabı Kiram Efendilerimizin yoludur. Tasavvufun (tarikatın) yolu iki usulle talebelerini ve müritlerini terbiye eder. Başka bir ifadeyle Peygamber (as), Hz. Ebu Bekir Efendimize “Zikri Hafi-Sessiz Zikir” i öğretmiştir. Mürşitlerin isimleriyle yollar belirginlik kazanmıştır. Yeseviyye, Nakşibendiyye, Ahmediyye, Halidiyye gibi isimler genel ifadeyle sessiz zikirle beslenmektedir. Diğer usul ise Hz. Ali (kv) Efendimiz tarafından günümüze ulaşmıştır. “Zikri Cehri-Açıktan, sesli olarak” gerçekleşmektedir. Kişinin fıtratına uygun olan zikir şekli hangisi ise o zikirle kalbi mutmain olmaktadır. Peygamber Efendimiz (as), Hz. Ali efendimize açık zikri öğretmiş, ondan da on iki imam vasıtasıyla günümüze ulaşmıştır. Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Zeynel Abidin, Muhammed Bakır, Caferi Sadık, Musa Kazım, Ali Rıza gibi ilim ve irfan sahipleri bu yolu aydınlatmışlardır. Bu büyük imamlardan Maruf Kerhi ve Cüneydi Bağdadi’nin talebeleri, müritleri yolu sürdürmüşler ve çeşitli isimlerle anılmışlardır. Kadiri, Şazeli, Kübrevi, Rifai, Çeşti ve Bedevi gibi isimlerle cehri zikrin usulü devam etmektedir. Rad suresi 28.ayette şöyle ifade ediliyor: “Kalpler ancak Allah'ı zikretmekle mutmain olur-huzur bulur.”

 

Hafi ve Cehri olarak ele alınan bu iki koldan çeşitli mektepler müritlerine ilim, edep, ahlak ve maneviyat öğretmişler. Sadakatin, hassasiyetin, teslimiyetin yolunun Kuran olduğunu öğretmişlerdir. Maddeden sıyrılarak “ölmeden önce ölmenin” yollarını öğretmeye gayret etmişlerdir. Zikir, dua, namaz Allah (cc) ile konuşma, kavuşma, mülaki olma durumudur. Zikirle, Allah cc. çok hatırlamak, çok anmak, sevdiğini ızhar etmektir. Gizli gizli, açık açık sevdiğine seslenmektir. Mürit ve talebe işi; ne işle meşgul olursa olsun, hangi işi takip ederse etsin, her şeyin onun lütfuyla olduğunu bilmesi, emirlerine sıkıca sarılıp yasaklarından kaçınmak gerekir. Peygamber Efendimiz (as) buyuruyor ki: “Bir kimsenin havada uçtuğunu ve deniz üzerinde yürüdüğünü yahut ağzına ateş koyup yuttuğunu görseniz, fakat İslâmiyete uymayan bir iş yapsa, kerâmet sahibiyim derse de, onu büyücü, yalancı, sapık ve insanları doğru yoldan saptırıcı biliniz!”

 

İmdi sözün özü şudur: Bazı ayet ve hadisler açıklamaya ihtiyaç bırakmaz. Metinin içinde zikrettiğimiz hükümler böyledir. Okuyan zahiren anlaması gerekeni anlar. Anlamak için tefekkür etmek yolumuzu aydınlatır. Tarik sahibi, nereye gittiğini, neden gittiğini bilmelidir. Kulluk dediğimiz şey; yaratılış sırrını idrak etmektir. Gece gündüz, yaz ve kış fark etmeksizin bütün vakitlerimizin Allah’a ve Rasulüllah’a ayarlı olması icap eder. Şimdi sormalısın; kendini bildiğin günden bu yana dostum diyebildiğin, ahiretliğim diye ifade edebildiğin kaç kişi var? Eğer varsa, kaybetmemek için elinden geleni yapmalısın vesselam.