SAVAŞ

Recep GARİP 04 Mar 2022

Recep GARİP
Tüm Yazıları
Savaşın olmadığı bir yüzyıl var mıdır bilmiyorum. Lakin yaşadığım yirminci yüzyılın ikinci yarısından yirmi birinci yüzyılın ilk yarısına doğru giderken hemen hemen savaşın konuşulmadığı, olmadığı yıl yoktur denilse yeridir.

Savaşın olmadığı bir yüzyıl var mıdır bilmiyorum. Lakin yaşadığım yirminci yüzyılın ikinci yarısından yirmi birinci yüzyılın ilk yarısına doğru giderken hemen hemen savaşın konuşulmadığı, olmadığı yıl yoktur denilse yeridir. 1974 Kıbrıs savaşının yapıldığı yıl liseyi bitirmiştim. Sonra Afganistan, Çeçenistan, Bosna ve sırasıyla Ege ve Akdeniz adalar konusundaki sonu gelmez atışmalardan İran-Irak savaşının üzerinden fazla bir zaman geçmeden Irak, Suriye, Libya, Afrika'da Eritre, Etiyopya, Somali, Angola, bütünüyle Berberiler ve daha söylenebilecek bir dizi şey. Azerbaycan'ın bağrında 30 küsur yıldır kanayan yara olan Karabağ-Ermenistan savaşını da asla göz ardı edemeyiz. Güney Afrika'dan yeniden Anadolu coğrafyamıza doğru döndüğümüzde sınır kuşatmalarına doğru giden yolda terör ve dağları mesken tutan musibetin eli, kolu ve maşası olarak kullanılan genel adıyla PKK vb. terörü ve bunlara karşı müdahaleler elli yıldır sürerken atmış yılı aşan bir süredir devam edip giden Filistin'in yani Kudüs'ün mazlum bakışıyla beş vakit ezanlarda hüznün devam ettiğine tanıklık ediyoruz. Darbelerden darbelere, e muhtıralardan, atmış ihtilalinden unutulmaz zulmün adı olan 28 Şubatlara ve 15 Temmuz kalkışmalarına yol uzayıp gidiyor.

Şimdi de Rusya ve Ukrayna sıcak savaşa girdi. Rusya Ukrayna'ya saldırdı. Böylelikle birçok ülke hava sahasını Rus uçaklarına kapatma kararı aldı. Kuşkusuz bizlere "savaşı istemeyin diye emredildi". Mecbur kalındığında da gereğinin yapılması buyruldu. Buda mümin topluluklar için cihadın bir boyutuydu yalnızca. Böylesi bir değerlendirme, çatışma hukukunu, silahlanmayı, dünya devletlerinin genel fotoğrafını görmemiz açısından da önemlidir. Bosna savaşında Avrupa'nın göbeğinde Müslüman Boşnaklar Hırvatlarca katledilirken hiç bir batı ülkesinin kılı kıpırdamamıştı. Yıllarca süren ABD- Afganistan savaşı için batıdan çıt bile çıkmamış, ülkenin altını üstüne getirerek soyup soğana çevirdikten sonra bir gece ansızın çekip gitmişlerdi. Ukrayna içinse ilk günlerde seyirci kalan batı dünyası üçüncü dördüncü günde ambargolara başladı çoktan. Uçuşlara kapatıldı havaalanları. Silah gönderme kararları aldılar bile. Aslında biz konunun özüne dönelim; Bakara suresi 190. ve 191. ayetlerde -ki buna benzer sayısız ayetler mevcuttur- şöyle ifade ediliyor; "Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın. Haddi aşmayın. (Çünkü) Allah, haddi aşanları sevmez. Onları bulduğunuz yerde öldürün. Sizi (yurtlarınızdan) çıkardıkları gibi onları yurtlarından çıkarın. Fitne/şirk öldürmekten daha beterdir. Sizinle orada savaşmadıkları sürece Mescid-i Haram’ın yanında onlarla savaşmayın. Şayet sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kâfirlerin cezası işte böyledir." Buhari, Cihat bölümünde bahsedilen bir Hadisi şerifte ise; “Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı istemeyin. Allah’tan afiyet dileyin. Fakat şayet onlarla savaşmak zorunda kalırsanız sabredin. Bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır.” 

Vahşi Batı'nın vahşiliği hiçbir asırda bitmemiş, değişmemiştir. Aynı vahşeti, caniliği gittikleri her yerde, bastıkları her toprakta göstermeyi sürdürüyorlar. Rusya-Ukrayna savaşındaki vahşetleri görünce insanın tüyleri ürperiyor. Mümkünü yok, bir kurgudur, böylesine vahşiliği hiçbir halk, hiç bir toplum, hiç bir millet, insan yapmaz diye düşünüyorsunuz ve yanıldığınızı ispat ediyor savaşın girdiği her yerde ölüm kol geziyor, yakılıp, yıkılıp yağma ediliyor. İnsan cesetlerinin görüntülerinin haberlerde verilmiş olması bile asıl itibariyle doğru değildir. Lakin bunları görüyorsunuz. Sonra bireyleri terapistlere gönderiyorsunuz. Öldürülenlerin cesetlerini televizyon ekranlarında görmek bile insanın insanlık dışı hale dönüşmesini kabullenmek mümkün değildir. Lakin gördük, görüyoruz. İslam'dan, vahiyden uzak olan toplumların insanlara, çocuklara, kadınlara, şehirlere, mabetlere, çevreye, doğaya, canlı varlıklara yaptıklarını gördükçe ürpermemek mümkün değildir. Bakmaya insanın yüreği yetmiyor.

İslam şefkat, merhamet, muhabbet, sevgi ve bağışlamayı-affetmeyi seven bir dindir. Aman dileyene el kalkmaz, bir şey yapılmaz. Bakınız İslam'ın savaş anlayışını şöyle ifade edebiliriz;

a- İslam'a göre savaş, Allah cc. yolunda alınmış olan (İslam Devletinin) kararın meşru bir müdafaanın-hakkın kullanılmasıdır. Dinin hakim kılınması için fetih hareketi olarak belirginleşir. Aksi düşünülemez.

b- İslam'a göre savaşta her şeyin bir ölçü içerisinde yapılması gereklidir. Savaşta her şey mubahtır anlayışı asla kabul edilemez. Örneğin, çocukları, savaşa katılmayan kadınları, ilim ve irfan sahiplerini öldüremezsiniz ve mabetleri yakıp yıkamazsınız. Doğaya zarar veremezsiniz, Ormanları yakamazsınız. Tarihi kıymetleri yok edemezsiniz. Haddi aşamazsınız, bozgunculuk, talan, soygun, haksız yere gasp ve namusa el uzatamazsınız. İnsanları diri diri gömemez ve yakamazsınız. Öldürürken de haddi aşmadan bir darbeyle incitmeden, acı çektirmeden öldürme emredilmiştir. Asla kolunu, gözünü, kulağını, elini, ayağını kesemezsiniz. İlim, sanat, teknik yolunda çalışanlara dokunamazsınız.

Kuşkusuz savaş;

1- Kuvvet-silah-asker kullanmayı gerektirir

2- Düşmanca tavır almayı, ona göre davranmayı getirir.

 3) Savaş hukuku ortaya çıkar ve ona göre hareket etmeyi gerektirir

4) Savaşın öznesi de, faili de savaşan devletlerdir.

Aslında savaş aynı zamanda barışı da peşinde sürükler. Bundan dolayıdır ki Tolstoy'un "Savaş ve Barış" romanı da her zaman kendi gündemini belirlemiş olur. Oysa savaş bahsi gündeme geldiğinde uluslararası ilişkiler açısından Carl von Clausewitz’in "Savaş Üzerine" eserini de göz önünde bulundurmak icap eder. Kenneth N Waltz'ın "Man The State And War" eserinde savaşa üç bakış açısı getiriyor; İlkinde savaşların fert-birey düzeyinde insana olan etkisini ele alıyor. İkincisindeyse, savaş yapan, katkılarda bulunan, taraf olan devletlerin iç politik kaygılarının-siyasi emellerinin etkili olduğuna işaret ediyor. Üçüncüsüyse, kendi devlet sistemleri ile dünya siyasetinin getirdiği şartlarda güç dağılımında yer edinme kaygısının olduğuna işaret ediyor.

Tolstoy'un "Savaş ve Barış" romanı için bir daha böylesi bir romanın yazılamayacağına dair kanaatler oldukça fazladır. Hakları da yok değildir. Victor Hugo’nun “Sefiller” romanından etkilenerek yazıldığı da söylenmektedir. O günün Sovyet Rusya'sının sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik ve tarihi durumunun da ele alındığı bir romandır. 1800'lü yılların başı anlatır. Sözün özü ise, savaşların olmasını arzu etmeyiz. Lakin savaşmak durumunda kalınırsa bir karış toprağımızı vatan bildiğimiz topraklarda-yurtlarda, din, sancak ve bayrak uğruna canımızı veren, yurdunu teslim etmeyen bir millet olduğumuzu aklımızdan asla çıkarmayalım.