KURBAN BAYRAMI'NIN ETOBUR VEJETARYENLERİ

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Et yiyenlere verilen sıfat olan "Etoburluk" ile hiç et yemeyenlere verilen sıfat olan "vejetaryenlik" nasıl olur da bir araya gelebilir?

Et yiyenlere verilen sıfat olan “Etoburluk” ile hiç et yemeyenlere verilen sıfat olan “vejetaryenlik” nasıl olur da bir araya gelebilir? Söz konusu “egosentrizm” (benmerkezcilik) ve “etnosentrizm” (kültürmerkezcilik) olunca ve bir de buna İslâm düşmanlığı eklenince, bu iki zıt kavramın bir araya gelmesi hiç de zor değildir. 

Et yemeyip vejetaryen bir beslenme tarzına sâhip olanlara her zaman saygı duymuşumdur. Hayat onların, vücut onların. Kendi bedenlerini nasıl besleyeceklerine dâir bütün irâde kendilerine âittir.

Bugün üçüncü gününde olduğumuz Kurban Bayramı vesilesiyle, tüm İslâm âlemi yekvücud olduğunu hissettiği bir ibâdet fırsatını daha idrak etmektedir. 

Bin dört yüz küsur yıldır İslâm’ın şartı ve binlerce yıldır İbrâhimî dinlerin bir ibâdeti olan kurban, nedense ne İslâm ne de imân ile yakınlığı olmayan bir kesimin her sene eleştiri konusu olmaktadır.

Yılın on bir ayı yedikleri her türlü eti sosyal medyada paylaşan, marka olmuş et lokantalarını bir ziyâret ve buluşma mekânı ve gösteri merkezi hâline getirenlerden bâzıları, Kurban Bayramı yaklaşınca nedense birden vejetaryen oluyorlar.

Magazin Müftüleri

Kurban kesmeyi bir kasaplık eylemi zanneden bu kesim, kurbanın “kurbiyet” yâni bir yakınlaşma vesilesi olduğunu bilmiyorlar. Onca İslâm âlimini bir kenara itip kendilerini “müftü” tâyin etip fetva veriyorlar. “Kurban kesmeyin; o parayı bağışlayın” ya da sanki kasaptaki etler, ağaçta yetişiyormuş gibi, “mesele et dağıtmasa kasaptan alıp dağıtın” fetvâsını da câhil cesâretiyle yayıyorlar.

Sâdece Kurban Bayramı öncesi piyasaya çıkan bu devremülk müftüler, “en iyi hümanist benim” pankartını açıp, yanına bir de hayvanseverlik flamasını alınca, milletin dinine, imânına, ibâdetine, farzına karışmaktan çekinmiyorlar. 

Lafa gelince “yaşam tarzıma karışma” diyen bu müftüler, kendi kendilerini müftü tâyin edip verdikleri ve paylaştıkları sosyal medya fetvâlarıyla milletin ibâdetine karışma hakkın kendilerinde bulabiliyorlar. Bu fetvaya uymayanları da “vahşi”, “çağdışı”, “kan dökücü” gibi sıfatlarla yaftalıyorlar. Ama iki gün sonra hiçbir şey dememiş gibi, ilk barbekü partisinde boy gösteriyorlar.

Kurbanın Psikolojik Temeli

Rahmetli din âlimi Prof.Dr. Ali Murat Daryal’ın Kurban Kesmenin Psikolojik ve Metafizik Temelleri adlı eseri, bu gibi zevâta gerekli cevâbı vermektedir. Ama onlar, “çok bildikleri için” okumak gereği duymuyorlar.

Bu kitapta kurban ibâdetinin İslâm öncesi dönemdeki ve semâvî dinler dışındaki inançlara sâhip kültürlerdeki uygulama şekilleri antropolojik bir bakış açısı ile karşılaştırılmaktadır.

İslâm’da insan bedenine yakın ya da daha büyük hayvanlar kurban edilir. İnsanoğlu, kendi kanına denk kanı olan canlıların kurban edilmesiyle, kendi içindeki hayvânî vahşeti dizginlemektedir. Bir hayvanın canının çıkmasına yılda bir defa şâhid olan insanlar, barbarlık ve yamyamlık gibi vahşi eylemlerden uzak durmaktadır.

Dünyâya “sevgi kelebeği” olarak tanıtılan ama bugün Myammar’daki vahşet ve soykırımı yapan Budistlerin İslâmiyet’teki kurban ibâdetine denk düşen bir ritüellerinin olmadığını hatırlatmak yeterli olacaktır. 

Kurban ve Spor

Rahmetli Daryal Hoca’nın eserinde belirttiği gibi, kurban kesen kültürlerin sporlarıyla kesmeyenlerin sporları da farklıdır. Örneğin Müslüman kültürlerde boks gibi kan dökülen bir spor yoktur. Zira Müslümanlar, kan görmenin verdiği hissi, kurbanda tecrübe ve tatmin etmektedir.

Batı kültürü, kurban ibâdetinden uzaklaştıkça vahşileşmiştir. Kendilerini “centilmen” göstermelerinin ardında, döktükleri insan kanları vardır. Sömürdükleri coğrafyalardaki katliamları gizleme ihtiyâcı bile duymazlar. Bundan rahatsızlık duysalar bile özür dileyerek geçiştirirler. Hatta özür diledikleri için bunu bir erdem olarak reklam malzemesi bile yaparlar.

Müslümanlıkları sâdece nüfus kâğıtlarında kalan ve kutlamaya tepki gösterdikleri Kurban Bayramı tâtili için herkesten önce plân yapanlar da Türkiye’deki etobur vejetaryenler de, dünyânın “moda dini” olan Budizm’i dağların tepelerine kurulan tapınaklardaki dingin hayâtın kapısı zannediyorlar. Et yemeyi vahşilik, et yememeyi uygarlık zannedip, bu tapınaklarda yetişenlerin akıttıkları insan kanına karşı tepki göstermeyerek onların suçlarına sessizce ortaklık ediyorlar.

Bu zevat, çok bildiği (!) için, bu söylediklerim onların bir kulağından bile girmeyecektir. Ama belki kulaklarına gidebilir niyetiyle söyleyeyim. Onlar önce İspanya’daki boğa güreşlerine, Japonya’daki yunus balığı ve Norveç’teki geleneksel pilot balina katliamına ve sonra da tüm dünyâda akıtılan mâsum insan kanına tepki gösterirlerse, konuşurken ağızlarından çıkan kan kokusundan kurtulup dürüst bir etobur ya da gerçek bir vejetaryen olabilirler.