TÜRKİYE YÜZYILI MAARİF MODELİ'NE ÖNERİMDİR

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Kültürümüzün taşıyıcı direği olan Türkçe belli dönemdeki değil her zaman gündemimiz olmalıdır. Türkçe dâimi gündemimiz olurken Türkçenin ve diğer dünya dillerinin emperyalist düşmanı olan İngilizce de gündemimizden çıkmamalıdır.

Geçen hafta çevrim içi olarak kamuoyunun dikkat ve önerilerine açılan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli girişiminin önemli bir adım olduğunu söyleyerek başlamak isterim. Bu köşeden defâlarca eğitim sistemimiz ile ilgili – çoğu olumsuz içerikli olmak üzere – birçok yazı yazdım. Olumlu şeylere sıra gelene kadar da yazacağım.

İnşallah Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli bu olumlu şeyler için bir “cümle kapısı” işlevi görür. Bağımsız bir ülke olmamıza rağmen, sâdece sömürgelerde görülen bir uygulama olarak, eğitim dilinde İngilizceye öncelik verilmesinden ve resmî dilimiz ve çoğunluğun anadili olan Türkçe’nin ikinci plâna itilmesinden muzdarip olduğumu defâlarca yazdım ve yine yazıyorum. Bu minvâlde düşüncelerimin devletimizin resmî kayıtlarına da girmesi için Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli’nin internet sayfasına girdiğimde İngilizce dersleriyle ilgili bir metin ve öneri yazmak için bir ders başlığı göremedim. Bu yüzden başta sayısal dersler olmak üzere sekiz on tâne dersin görüş bölümüne şu metni yazdım:

İngilizce ile eğitimin önü alınmazsa ve kısıtlanmazsa, yapılacak hiçbir değişiklik işe yaramayacak ve verimli olmayacaktır. Eğitim dilinin İngilizce olması bağımsız bir devlet olmamız gerçeğiyle ters düşmektedir. Bu yanlış uygulama, ülkemizde bilimin gelişmesine engel olmanın yanında ayrıca yabancı dil öğrenilmesine pedagojik, bilişsel ve linguistik açıdan engel olmaktadır.

Neden böyle bir öneri?

Kültürümüzün taşıyıcı direği olan Türkçe belli dönemdeki değil her zaman gündemimiz olmalıdır. Türkçe dâimi gündemimiz olurken Türkçenin ve diğer dünya dillerinin emperyalist düşmanı olan İngilizce de gündemimizden çıkmamalıdır. Emperyalizmin marka dili olan İngilizce, İngiltere’nin siyâsî sömürgeciliğini ekonomik ve kültürel olarak devam ettirdiği enstrümandır; daha doğrusu silâhtır. Siyâsî sömürgeciliği donanması başta olmak üzere, silah gücü ile yapan İngiltere, şimdi bunu daha "yumuşak" yollarla ve silâhın ürkütücülüğünden arındırarak yapıyor. Buna, her kötü ve şeytânî şeyde yaptığı gibi ABD de destek veriyor.

“Dünya Dili İngilizce” kandırmacası

İngiltere ve ABD, resmî dillerini tüm dünyânın tek dili olması için her türlü tezgâhı kuruyor. Bunun reklamını yapıyor. Bu reklamın sloganı "dünya dili İngilizce". İnsanların İngilizce öğrenme isteklerini suiistimâl edip İngilizce ile kendi kültürel hegemonyasını güçlendiriyor. Silâh destekli siyâsî sömürgecilik döneminde, kendi ordusu ve donanmasını "yenilmez armada" olarak gösteren İngiltere’nin hiç de yenilmez olmadığını hem Kut’ül Amâre’de hem de Çanakkale’de dünyâya gösterdik. Bu topraklarda yüzyıl önce silâhla yapamadıklarını, şimdi "dil silâhı" ile yâni İngilizce ile yapıyorlar. İngiliz veya Amerikan mandasını kabûl etmeyip “Ya istiklâl ya ölüm” diyenlerin torunları olarak bizler ise kendi dilimizi İngilizceden aşağılık görüyoruz. Dükkân, mağaza, alışveriş merkezi, hastane hatta mahalle berberlerinin bile isimleri İngilizce oldu.

Bu aşağılık kompleksi o kadar derine indi ki, Arapça tabelaları kaldırmaya mârifet zanneden "Türk" belediye başkanları, sanki anadilleri İngilizceymiş gibi İngilizce tabelalara dokunmuyor, aslında dokunamıyor! Bu “milliyetçi” belediyeler, İngilizce isimli mağaza ve dükkânlara ruhsat vermekten çekinmiyor. Sonra da utanmadan "Ne mutlu Türküm diyene" diyorlar. Hayır, İngilizce "dünya dili" değildir. Olsa olsa dünya üzerindeki binlerce dilden en yaygın konuşulanıdır. Ama bu, herkes İngilizce konuşuyor, bütün dünyâda tabelalar İngilizce olacak demek değildir. Bu, Türkçeyi bırakalım İngilizce konuşalım, yazalım, demek değildir. İngilizceyi tek bir dil olarak kabul etmek ve her şeyi İngilizce yapmak, aslında İngiliz gibi düşünelim, İngiliz gibi inanalım, İngiliz gibi sevelim hatta İngiliz gibi küfredelim demektir. Zâten istesek de her şeyimizle İngiliz ya da Amerikan olamayız; buna izin vermezler. İngiliz aklı kendi kullandığı silâhı bizim de kullanmamıza izin vermez. Kendi hegemonyasını bizimle paylaşmaz. Olsa ayak işlerini yapacak kadar İngilizce öğrenmemize izin verir. Okullarda ve dil kurslarında kullanılan kitapları ve diğer ders malzemelerini ona göre tasarlanır.

Bâzı üniversitelerimizin İngilizce öğretmenlik bölümlerinden İngilizce bilmeyen İngilizce öğretmenleri mezun olur. Bununla da kalmaz, tüm dünyâda dört yıl olan üniversite eğitimi Türkiye’de "hazırlık" denen sınıf sebebiyle beş yıla çıkar. Üniversite eğitim giderleri dolaylı olarak yüzde yirmi artar. Bir yıllık hazırlık sınıfında yarım yamalak öğrenilen İngilizce ile bilim yapmaya kalkıp beceremeyince Türk milleti kendini salak ve beceriksiz zanneder. İşin kötüsü bunu İngiltere ya da ABD kendi parasıyla da yapmaz. Aksine Türk'e Türk’ün kendi parasıyla yaptırır. Bundan daha acı ve ağır bir sömürge durumu olabilir mi? Özgeçmişinde "İngilizce biliyor" yazmayanları adam yerine koymaz hâle geldik. 1800’lü yıllarda ülkemizde açılan misyoner okullarındaki eğitim şekli olan "yabancı dille eğitim", o okulları açan ülkeler tarafından finanse edilirdi. Şimdi aynı şeyi biz kendi paramızla ve Türkiye Cumhuriyeti devlet bütçesinden harcayarak yapıyoruz. İyi ki bağımsız ülkeyiz(!). Siyâsî olarak bağımsızlığımız tamam da kültürel olarak bağımsız olduğumuzu söylemek güç.

Anadile güvensizlik

Anadiline güvenmeyen insan ve toplumun kendine güven duyması imkânsızdır. Gerçek anlamda “yerli ve millî” olması mümkün değildir. Maarif Modeli’nde “Ortak Metin” dosyasındaki görselde kullanılan ağaç benzetmesi iyi düşünülmüş bir görseldir. Ama o ağacın beslendiği topraklarda Türkçe değil İngilizce eğitimin ön plânda olduğu gerçeğini unutmamalıyız. Son yarım asırdır, Türkçeye karşı oluşturulan güvensizliğimiz ve İngilizceye olan hayranlığımız bizi içten içe çürütmektedir. Yetmiş yaşındaki babaanne torunuyla vedâlaşırken "bye bye" diyorsa, büyük bir kültürel tehdit ve tehlike altındayız demektir. Bu durum yirmi yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup Türkçe konuşmayan ve kırık dökük İngilizce ile anlaşmaya çalışan bir toplum olma ihtimâlimizin tehlike sinyâlidir. O zaman geldiğinde Türkçe konuşan değil İngilizce konuşan siyâsetçilere oy vermeyeceğimizi kim garanti edebilir? Seçim mitinglerinde de İngilizce pankartlar açarız Maazallah! İngilizcenin dünya dillerinden biri değil, ama dünyânın tek dili olduğunu iddia etmenin bir sonraki safhasında tüm dünyâda sâdece İngiliz veya ABD bayrağının dalgalanmasını kabûl etmek gelecektir.

Atatürk’ün “Ne mutlu Türküm diyene” sözünün tamâmı şöyledir: “Türk demek, Türkçe demektir. Ne mutlu Türküm diyene.” “Türküm” diyebilmek için Türkçe bilmeli ve konuşabilmeliyiz. "I am Turkish" demekle Türk olunmaz. Bu tehdidin hedefinde sâdece Türkçe yoktur. Bu küresel bir tehlikedir ve hedefte Kürtçeden Ermeniceye, Yunancadan Arapçaya, Fransızcadan Japoncaya kadar bütün dünya dilleri vardır. Çünkü İngilizce kendisinden başka hiçbir dilin varlığını kabul etmez, hiçbir kültürün yaşamasını istemez. İngiliz sömürgeciliği, kendisinden başka bütün kültürleri yok etmek için o kültürlerin diline saldırır ve yok eder. Bunu da diğer dilleri itibarsızlaştırarak yapar. “Güneş Batmayan İmparatorluk” zamânında tüm dünyâda bunu yapmıştır. Bugün Türkçe ve bütün dünya dilleri ve kültürleri bu tehlike ile karşı karşıyadır. Bu tehdit ve tehlikeye karşı yapılacak şeylerin sorumluluğu ne sâdece Millî Eğitim Bakanlığı’nın, ne sâdece YÖK’ün ne de sâdece öğretmenlerindir. Bunun sorumluluğu bu ülkede T.C. kimlik numarası olan herkesindir.

Burada Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu’nu rahmetle hatırlamakta yarar var. Kendisinin akademik uzmanlık alanı farklı olmasına rağmen hayâtını Türkçeye ve Türkiye’de yabancı dille eğitime karşı mücâdeleye adamıştı. Bir başka Oktay Sinanoğlu daha gelir mi bilmem ama ikinci bir Türkçemiz yok. Oktay Sinanoğlu’nun dediği gibi, “Türkçe giderse Türkiye gider.”