Görünen köy kılavuz istiyor

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları

2023’ün son günündeyiz. “Yeni yıla nasıl girersek öyle devam eder” diye senelerdir hep 31 Aralık gecesi eğlendik. Ama öyle devam etmedi hiçbir yıl. Ama 2024’e nasıl girip öyle devam edecekse, 6 Ekim 2023’den beri Gazze’de başlayan ve dünyaya yayılan uyanış ve farkındalık 2024’te ve daha sonraki yıllarda da devam etsin.

Her dilin kültürel birikimde az kelimeyle çok şey anlatan özdeyişler, atasözleri, deyimler vardır. Türkçemizde bolca bulunan bu özdeyiş, atasözü veya deyimlerden biri de “Görünen köy kılavuz istemez”dir. Her şey ayan beyan göz önündeyken açıklama yapmaya gerek olmadığı, yol gösteriye ihtiyaç duyulmadığını anlatan bu sözün geçerli olduğu birçok durum vardır.

Günümüzde hem ulusal hem de uluslararası boyutta birçok konu veya sorun – kısaca mesele diyelim – artık herkesin bilgisi dâhilindedir. O kadar ki, bu meselelerden herhangi biriyle yüzeysel olarak ilgilenen herkes saatlerce konuşacak bilgiye hemen ulaşabilmektedir. Youtube videoları, Instagram “reels”leri, Twitter’daki “etiket kelimeler” bu bilgilere ulaşmayı kolaylaştırıyor. Bu kolaylık öyle bir seviyede ki, kendi uzmanlık alanları “para etmeyen” koca koca üniversite hocaları, programa çıkmadan birkaç saat önce üç-beş tuşa basıp saatlerce kelâm edip ahkâm kesecek bilgiye ulaşabiliyor. Neredeyse ortaokul öğrencisine bile bir şey öğretmek için okula göndermek anlamını yitirecek duruma geldik.

Tüm bunları sâdece Türkiye için yazmıyorum. Artık tüm dünya bu hâlde. İnternetin olduğu her coğrafyadaki, cep telefonun “çektiği” en ücra köydeki insan bile bu “imkân”a sâhip.

Ama her şey bu kadar ortalıktayken, gizli saklı hiçbir şey kalmamışken ve hiçbir şey gizli kalamıyorken sanki bir “körlük”, bir “sağırlık” içindeyiz.

Kılavuz isteyen köyler

Gelelim herkesin bildiği, herkesin gördüğü, herkesin duyduğu meselelere. Biliyoruz ama “sâdece biliyoruz”. Görüyoruz ama “sâdece görüyoruz”. Duyuyoruz ama “sâdece duyuyoruz”.  Bildiğimizi mâlumatfuruşluk yapmak, “entel takılmak” için kullanıyoruz. Gördüğümüze bakıp geçiyoruz. Duyduğumuzu, bir dal sigara gibi, kulak arkası yapıyoruz.

Mesele lafa gelince herkesin ağzında şu kelimeler: Küresel ısınma, iklim değişikliği, çevre sorunu, insan hakları ihlâlleri, ulusal ve uluslararası yolsuzluk, gelir dağılımı dengesizliği, uluslararası insan ticâreti, göçmenler ve sığınmacılar, ifâde özgürlüğü, sosyal medya bağımlılığı, Siyonizm… Liste daha da uzatılabilir maalesef! Keşke listeyi uzatmaktan bahsetmek yerine, bu meseleleri bile yazamasaydım; yazmama gerek kalmasaydı.

Bütün bu meseleler birer “görünen köy”. Herkes görüyor, duyuyor; herkes biliyor. Ama Afrika’da safari gezisine çıkmış turistler gibiyiz. Aslanlar ceylanlara saldırıyor. Çita, yavru zebrayı yakalayıp yiyor. Timsahlar ırmaktan su içen antilopları kapıp suya çekip boğuyor ve yiyor. Kafilenin başındaki rehberin bir şey anlatmasına gerek kalmıyor. Bunları kendi gözlerimizle görüyoruz. Müdahale edemiyoruz ve etmememiz gerekiyor çünkü bütün bunlar o hayvanların doğal hayatlarının bir gereği. Doğanın düzeni bu şekilde işliyor.

Bilgiyedilik

İster safari turlarında olsun ister ekran başında olsun belki bu “belgesel seyretme” merâkımız bizi “sâdece seyretme” bağımlısı yapıyor olabilir. Seyrediyoruz ama parmağımızı sâdece klavyedeki veya uzaktan kumandadaki tuşa basmak için kıpırdatıyoruz. “Sâdece bilmek” bizi “tatmin” ediyor. Buna bireysel seviyede nasıl bir teşhis koyacağımız, psikologların ve psikiyatrların işi. Toplumsal seviyede fikrimi söyleme konusunda tevâzu göstermeyeceğim. Ben buna “mirasyedilik”ten ilhamla “bilgiyedilik” diyeceğim. Kendisine kalan mirâsı yiyen ama paranın kıymetini bilmeyenler gibiyiz.

Daha da ileri gidip diyebiliriz ki “gözleri vardır görmezler, kulakları vardır duymazlar” gibiyiz. Bu ifâdenin tamâmı şöyledir:

(A’râf Sûresi, 7:179) Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.”

Âyet-i kerimede geçen “cehennem”in âhirette olduğunu zannetmek yerine, dünyâda ararsak, görünen köy için gerekli olan kılavuzu da bulmuş oluruz. Bizi hayvanlardan daha şaşkın hâle getiren şartların farkına varmalıyız.

Tüm bu meseleleri sâdece bildiğimiz, sâdece gördüğümüz, sâdece duyduğumuz için dünyâyı bir cehenneme dönüştürmüş durumdayız.

Sanki bizim bütün bu meseleleri görmemizi “sağlayanlar”, bizim bununla “tatmin” olmamızı istiyorlar. Meseleleri “turist” gibi yaklaşmamızı, yâni uzaktan seyretmemizi istiyorlar. Daha fazlasını da yapmamaya alışınca, bizi “ben tek başına ne yapabilirim ki” durumuna düşürüyorlar.  İşte o zaman gerçek anlamda “cennetten dünyâya düşmüş” oluyoruz.

Bilgi salgını (infodemi)

Burada aklımızı devreye sokmamız gerekiyor. Ama bunun için meselelerin bu kadar ayan beyan olmaması gerekiyor. Beynimizi beş duyumuzdan gelen verilerin saldırısından korumamız gerekiyor.  COVID-19 sürecindeki küresel salgın (pandemi) gibi, bilgi salgınına (infodemi) karşı bağışıklık geliştirmemiz gerekiyor. “İnfodemi”, yanlış bilgilerin yayılmasını tanımlamak için kullanılsa da, doğru bilgilerin bile bu kadar çok ve kolay ulaşılabilir olmasının bizi olumsuz etkilediğini, gerçek görmekten ve gerçekten duymaktan alıkoyduğunu idrak etmeliyiz.

Çevre sorunu köyü

Örneğin, medyada iklim değişikliği konusunda bilgi bombardımanı varken, bilgi salgınına mâruz kalırken, aslında iklim değişikliği konusunda adım atamaz, parmak kıpırdatamaz hâle getirildiğimizi fark etmemiz gerekiyor. Herkes çevre sorununu biliyor ama âdeta bilgi bombardımanı, infodemi yüzünden narkoz yemiş gibiyiz. En basitinden çevre sorunu için elimizdeki ambalajı yere değil de çöpe atmamız gerektiğini; bir tâne bile olsa ağaç dikmemiz gerektiğini; mutfağımızı yenilerken çıkan molozları Mobese kameralarının olmadığı kuytu yerlere boşaltmamamız gerektiğini düşünemiyoruz. Böyle yapılması gerektiğine kimse itiraz etmiyor ama iş yapmaya gelince, narkozun etkisi kendini gösteriyor.

Siyonizmle mücâdele köyü

Buna bir başka örnek de İsrail’in Gazze’de yaptıkları üzerinden verilebilir. İsrail’in Gazze’de yaptığı soykırımından âdeta anlık bilgi aktarımı ile haberdâr oluyoruz. İlk günlerde verilen tepkiler maalesef daha ileri gidemiyor. Sanki siyonizm, küresel olarak hükmettiği klâsik ve sosyal medya ile her şeyi görmemizi ve duymamızı kasten istiyor. Bizim kutsal kitabımızı bizden daha çok kullanarak bizi gözleri olan ama görmeyenler, kulakları olan ama duymayanlar hâline getiriyor. Twitter’da, Facebook’ta, Instagram’da İsrail ve siyonizm aleyhindeki paylaşımlara sansür getirilmesinin dünya kamuoyunda tepki alacağını “Siyonist akıl” düşünmemiş ve öngörmemiş olamaz.

Âdeta kendi kendimize narkoz veriyoruz. Bu narkoz yüzünden gözümüzün önündeki köye ne kadar yaklaşıyor gibi olsak da bir türlü oraya ulaşamadığımızı anlayamıyoruz. İnşallah yeni yılda anlamayı daha çok başarabiliriz.