BİZİM MAHALLENİN ÇOCUĞU NEDEN DEĞERSİZ?

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Kedinin bacağını baştan ayıralım. Bu yazıyı okuyacaksanız alınmayın, gücenmeyin. Zira en büyük yaralarımızdan birine tuz basmak hatta kızgın demirle dokunmak niyetiyle yazıyorum bu yazıyı.

İsmi, kim olduğu, ne iş yaptığı ya da yapamadığı, daha doğrusu yaptırılmadığı önemli değil. Maalesef bizim önümüzdeki en büyük engel, kendi kendimize güven ve değer vermememiz. Diğer bir ifâdeyle kendimizi hor ve hakir, hatta aşağılık görmemiz. “Bizden adam olmaz”, “Elin oğlu yapmış”, “Adamlar yapmışlar” gibi laflar âdeta ağzımıza pelesenk olmuş. Bir şey yapılması istenince ilk aklımıza gelen laflar bunlar.

Keşke bu lafları ederken “Benden adam olmaz” deyip kişisel ezikliği millî boyuta teşmil etmemeyi öğrenebilsek. Ama “mâdem ben yapmıyorum, kimse yapmasın; hep birlikte batalım” zihniyetinin ağırlığını artık kaldıramıyoruz.

Bu zihniyet en uzun vâdede kronik bir hastalığa sebep oluyor. Bu hastalığın adı, câhillik. Bu câhillik okuldaki veya üniversite giriş sınavlarından yüksek puan almakla giderilecek bir câhillik değil. Adeta öğrenilmiş çaresizlik gibi, öğrenilmiş câhillik. Öğrenilmiş ve korumak için ısrar edilen bir câhillik.

İşin daha kötüsü, bu kadar câhillikle ve bu derecedeki aşağılık kompleksiyle bizi bu coğrafyada yaşatmazlar. Aklımızı başımıza almak için zaman çoktan doldu. Ne zaman olacağını kestiremediğimiz İstanbul depremi gibi bir tehdit ile karşı karşıyayız.

Mahallenin çocuğu

İşin acı tarafı, bu câhillik öyle büyük bir örtü ki, soğuk kış gecelerinde altına girdiğimiz ve çıkmak istemediğimiz yorgan gibi, onun gerçek yüzünü göremiyoruz.

Hadi diyelim Batıcılar, Avrupa hayranları yâni kısaca “beyaz Türkler” böyle düşünüyor ve davranıyor olabilir. Kendilerini bu topraklara âit hissetmedikleri için, kendilerini bu topraklara âit hissettirecek, bu toprakları câzip hâle getirecek her türlü işi beğenmiyorlar. Bunu açık açık TBMM kürsünden bile söylediler. Bırakalım onlar kendi kin ve aşağılık duygularında boğulsunlar. İyi de “bizim mahalle”ye ne oluyor.

Bizim mahallede kıymet bilinmek için illa ki, daha önce dinsiz, imansız, ateist olup daha sonra “akıllanmak” mı lâzım?

Bizim mahalle, doğuşundan itibâren bu toprakları iyisiyle kötüsüyle seven, kapağı yurt dışına atmak derdinde olmayan, yurt dışına gitse bile kendi vatanına ve milletine borcunu ödemek için geri gelenlere neden söz hakkını, karar hakkını ve icraat hakkını çok görüyor.

Karşı mahallenin bu topraklara yaptığı muameleyi bizim mahalle neden kendi evlatlarına yapıyor. Tövbe etmek elbette çok değerli ama cabrio araba gibi, bir açılıp bir kapananlara verilen prim yanlarına kâr kalırken, her türlü olumsuzluğa rağmen duruşunu değiştirmeyenler neden üvey evlat ya da besleme muamelesine mâruz kalıyor?

Bizim mahallenin dikkatini çekmek, iltifatına(!) mazhar olmak için, günah ve küfür hatta ihânet çukurlarından çıkıp gelmek mi gerekiyor? Dün kapıdan giren neden baş köşelerde yer buluyor?

Bizim mahalle kendi değerlerini sokak röportajlarından hasbel kader iki kelâm edenlerin arasından bulmak zorunda kalacak kadar sosyal sermâyeden mahrum mu?

Bizim mahalle, rüzgâra göre yelken açanları ne zaman tanıyacak? Rüzgâr estiğinde bizim limana gelenlere, ters rüzgârda başka limanlara gelenlere tanınan pişmanlık hakkı, mahallenin çocuklarının hakkından çalınmış olmuyor mu?

Öz vatanında garip

Necip Fâzıl, Sakarya Türküsü adlı şiirinde Sakarya ırmağı benzetmesiyle bu toprakların gerçek sâhiplerini anlatır. Sakarya, öz vatanında garip, öz vatanında paryadır. Bizim mahalle, kendi evlatlarını gariplikten ve paryalıktan çekip çıkarmak yerine, karşı mahalleden kaçanlara gereğinden fazla iltifat etmemeye ne zaman akıl edecek? Bunu akıl edememenin sebebi, câhillikse, bu câhilliğin mâzereti yoktur.

Bu câhillik, bizim mahallenin imkânları artıkça daha tahammül edilemez bir yük hâline gelmektedir. Kimsenin yukarıya çıkınca merdiveni çekme hakkı yoktur. Aksine, o merdiveni daha da güçlendirme ve büyütme sorumluluğu vardır. Bu sorumluluk, hem millî, hem târihî hem de imânî ve hem de insânî bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun vebâli büyük, cezâsı ağırdır.  

Lejyonerle kültürel iktidar olmaz

Devletimizin en üst makamının ağzından duyduğumuz gibi “kültürel iktidar” sorunu yaşıyoruz. Bunun sebeplerinden biri de kendi mahallemizin çocuklarına iltifat etmeyip karşı mahalleden lejyonerlerle durumu idâre etmeye çalışmamız. Lejyonerler size “devşirme” sistemini hatırlatmış olabilir ama arada büyük fark vardır. Kültürel iktidar, devşirme yapabildiğinizi gösterir. Tıpkı Hırvat asıllı Sokullu Mehmet Paşa’yı devşirerek sadrazam yapıp serdar-ı ekber olarak ordunun başında sefere göndermek gibi. Ama lejyonerlerle zafer kazanılmaz. Hatta lejyoner savaşın en kritik ânında karşı tarafa geçer. Devşirme, kültürel iktidârın göstergesiyken, lejyonerlere muhtaç olmak kültürel iktidârın olmamasını gösterir. Bizim mahallenin çocukları hak ettikleri değeri görene kadar da bu böyle devam edecektir.