PKK'YA KARŞI DİPLOMATİK KISKAÇ ZORUNLULUĞU

Faruk AKTAŞ 15 Oca 2024

Faruk AKTAŞ
Tüm Yazıları
Kuzey Irak'ta Pençe Kilit Operasyonu bölgesinde 22 ve 23 Aralık'ta düzenlenen iki ayrı saldırıda 12 askerin şehit olmasının ardından önceki gün aynı bölgede benzer bir saldırı oldu.

PKK’lı teröristlerin saldırısında 9 asker daha şehit oldu.

Arka arkaya gelen bu saldırılar tüm Türkiye’yi yasa boğarken, teröre ve destekçilerine yönelik tepki ve öfkeyi de büyüttü.

Devlet ve hükümetin ilgili birimleri terörle mücadele konusunda en güçlü kararlılık mesajları verirken siyasetçiler, uzmanlar ve akademisyenler mücadelenin yol ve yöntemlerini tartışıyor.

Kuşkusuz askeri birimler, terör örgütünün bu saldırılarına en sert şekilde karşılık verecek ve vermektedir.

Ancak kanımca bu dönemde özellikle siyasi ve diplomatik alanda ivedilikle atılması gereken adımlar var.

Birincisi 2014 yılında ABD’nin öncülüğünde Irak’ta kurulan DEAŞ’a Karşı Uluslararası Koalisyon hâlâ aktif.

Bu koalisyona yaklaşık 50 ülke destek veriyor.

Türkiye de bu koalisyonun üyelerinden birisi.

Bağdat yönetimi “DEAŞ tehdidi kalmadı, koalisyon güçleri çekilmeli” dese de ABD, “Tehdidin tamamen ortadan kalkmadığı” gerekçesiyle koalisyon güçlerinin çekilmeyeceğini söylüyor.

Yani ortada DEAŞ konusunda ciddi bir tehdit olmamasına karşın Uluslararası Koalisyon’un Irak’taki varlığı devam ediyor.

Bu koalisyonun ABD dâhil batılı üyelerinin büyük kısmı PKK’yı da terör örgütü olarak kabul ediyor.

Bundan yola çıkarak Türkiye’nin ivedilikle bu koalisyona, PKK ile mücadeleyi de görev alanı kapsamına almasını teklif etmelidir.

Hatta geçtiğimiz Ekim ayında İsrail’e destek için Tel Aviv’e giden Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da benzer bir öneriyi Hamas için istemişti.

Belirttiğimiz gibi koalisyonun görev yeri Irak ve hâlâ burada aktif.

PKK da DEAŞ gibi bir terör örgütü.

En azından kâğıt üzerinde ve sözlü olarak öyle diyorlar.

Madem öyle “Buyurun hep birlikte bu terör örgütünü de ortadan kaldıralım” denmeli.

Büyük ihtimalle kem-küm edecekler, çamura yatacaklar ama gerçek yüzlerinin ortaya çıkarılması için bu talep resmi olarak koalisyona iletilmeli.

İkincisi bu koalisyonun sözünü ettiğimiz batılı üyelerinin büyük kısmı aynı zamanda NATO üyesi.

Türkiye de öyle.

NATO’nun temel amaçlarından birisi, üyelerine yönelik saldırılarda ortak hareket etmesi değil midir?

İSVEÇ’İN NATO ÜYELİĞİ İÇİN ÖN ŞART

Aynı talep resmi olarak NATO’ya da iletilmeli.

DEAŞ’a Karşı Uluslararası Koalisyon, bu sorumluluğu üstlenmiyorsa NATO bünyesinde benzer bir birim oluşturulması talep edilmeli.

Büyük ihtimalle başka ABD olmak üzere NATO üyelerinin de büyük kısmı yine aynı şekilde bin dereden su getirip bu talepten kaçmanın yollarını arayacaklardır.

Ancak yine aynı şekilde bunların gerçek yüzlerinin ortaya çıkması ve bunun kayıtlara geçmesi için bu girişimin yapılmasının önemli ve gerekli olduğunu düşünüyorum.

Ve tabi ki bunun devamı var.

İsveç’in NATO’ya üyeliğine onay verilmesi için bu talep ön şart olarak koşulmalı.

“Madem İsveç’in Rusya tehdidine karşı NATO bünyesinde korunmaya alınması isteniyor. Buyurun önce benim maruz kaldığım terör tehdidine karşı benim yanımda durup durmadığınızı görelim” denmesi lazım.

NATO’dan böyle bir karar çıkmadığı sürece hiçbir şart ve koşulda İsveç’in üyeliğine onay verilmemesi gerektiği kanaatindeyim.

Bu iki girişimden de sonuç alınmaması halinde -ki büyük ihtimalle öyle olacak- üçüncü yol olarak PKK’ya karşı ortak mücadele talebi İran ve Irak yönetimlerine iletilmeli. 

Bunu Kuzey Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi dâhil.

Büyük ihtimalle İran da ABD ve diğerleri gibi çamura yatacaktır. 

Çünkü İran da onlar gibi PKK’ya destek vermektedir ve hatta bu saldırıların arkasında olması muhtemel güçlerden birisidir.

BAĞDAT VE ERBİL İLE ORTAK MÜCADELE ŞARTI

Gelelim dördüncü ve sonuç alınması en muhtemel formüle.

PKK’nın Irak’taki varlığını sonlandırmanın en doğru ve en muhtemel yolu Irak merkezi yönetimi ve kuzeydeki Bölgesel Kürt Yönetimi ile güçlü bir iş birliği ve ortak mücadelenin sağlanmasıdır.

Bunun bir benzerini yakın zamanda İran’ın nasıl gerçekleştirdiğini hatırlatmakta yarar var.

Bilindiği gibi İran’da Kürt nüfusunun yoğun olduğu bölgelerde on yıllardan bu yana İran’a karşı kurulmuş, Irak’taki Barzani yönetimine yakın İKDP, PAK ve Komele gibi bazı örgütler var.

Bunlar zaman zaman İran güçlerine yönelik saldırılarda bulunuyordu.

Bunların ana merkezleri de Kuzey Irak’ta Bölgesel Yönetim’in denetimindeki bölgelerdeydi.

İran, geçtiğimiz yılın Temmuz ayında hem Bağdat hem de Erbil yönetimlerini, bu grupların iki ay içinde silahsızlandırılması konusunda uyardı.

İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri, aksi halde hem bu grupların tüm karargâhlarını yerle bir edeceklerini ayrıca Bağdat ve Erbil yönetimleri de bunları desteklemekle sorumlu tutacaklarını açıkladı. 

Bu tehdidin ardından Bağdat ve Erbil yönetimleri bu örgütlerle görüşerek iki ay içinde bunların tüm silahlı birimlerinin dağıtılmasını sağladı.

Artık bu örgütler sadece siyasi faaliyette bulunabilecek.

Türkiye’nin de aynısını çok daha güçlü şekilde PKK için Bağdat ve Erbil yönetimlerinden istemesi gerekir. 

“Bizim sınırlarımızdan Türkiye’ye yönelik saldırıları tasvip etmiyoruz” vs lafları yetmez.

“Madem bu teröristler sizin sınırlarınız dâhilinde barınıyor, madem oradan Türkiye’ye saldırıyorlar, o halde geleceksiniz hep birlikte bunların tüm yuvalarını dağıtacağız” denmeli.

Bağdat ve Erbil’in bundan kaçarı yok, buna izin verilmemeli.

Bunun için ekonomik ve siyasi ilişkilerinin devamının yanı sıra Türkiye’den giden suyun kısılıp kısılmaması dahil her türlü opsiyon masaya sürülerek Bağdat ve Erbil yönetimlerinin PKK ile mücadeleye fiili aktif destekleri sağlanmalı.

Bunun yapılması halinde yani PKK’ya karşı Bağdat ve Erbil yönetimleriyle birlikte ortak bir mekanizma kurularak ortak operasyon yürütülmesi halinde terör örgütünün en azından Irak’taki varlığına son verilmesinin mümkün olacağını düşünüyorum.