MEDENİYET TASAVVURU

Dr. İlhami FINDIKÇI
Tüm Yazıları
Medeniyet Tasavvuru Okulu (MTO) talebeleriyle bir seminerde buluştuk. Çevrim içi seminere yoğun katılımdan, gelen soruların kalitesi ve derinliğinden etkilendim. Ülkemizin, coğrafyamızın ve dünyanın geleceğini dert edinmiş, yarınlarımıza ait umut kıvılcımlarının hummalı çabasından heyecan duydum. Zira bir eksen kaymasının yaşandığı günümüzde; medeniyet köklerimizle yeniden buluşmaya, fert ve toplum olarak kişiliğimizi ciddi bir bilinçle inşa etmeye ihtiyacımız var.

MTO Sabahattin Zaim Üniversitesi bünyesinde kurulmuş, Türkiye’den ve dünyadan binlerce talebesi olan bir okul. Her yaştan öğrencinin teorik ve yaşamsal bilgileri gerçek anlamda talep ettikleri bir eğitim ağı.

MTO’nun çalışmaları, Yusuf Kaplan Hoca’nın önderliğinde yürütülüyor. Coğrafyamızın yetiştirdiği önemli düşünce insanlarından biri olan hocayı ve eşi hanımefendiyi biraz daha yakından tanıma imkânım oldu. Öncü bir kuşağı filizlendirmek adına yol alan hocanın metodolojisinde katıldığımız ya da katılmadığımız yerler olabilir elbet. Ne var ki; bilimsel bakış açısından uzaklaşmadan, kendi medeniyet yolculuğumuzun izini süren talebelere rehberlik edecek düşünce insanlarına büyük bir ihtiyacımız var. Kendi üretimlerinin ötesinde bir meselesi, yarınlar adına derdi olan yerli fenerlere… 

Medeniyet tasavvurunu temel alan bu düşünce okulunda, sahip olduğunuz veya olacağınız diplomanın önemi yok. Sınav yok, sınıf geçme yok! Okula girmenin başlıca şartı; medeniyetimizi aydınlatan kültür, felsefe, sanat, toplum, din ve benzeri alanlardaki 100 eser listesinin ilk 5 kitabını analiz etmiş olmak.

Gönüllü katılımın ve talep etmenin esas olduğu derslerde ve seminerlerdeki amaç; talebelerin medeniyet algılarını genişletmek, onları düşündürmek ve esaslı okumalar yapmalarını sağlamak. Araştırmalar, yazı atölyeleri, geziler ve kongrelerle desteklenen eğitim süreciyle; talebelerin, yeryüzünde zayıflayan medeniyet ruhunu yeniden inşa edecek şekilde kendi hikâyelerini yazmaları hedefleniyor. Ve nihai amaç, talebelerin kendini bilme yolculuğunda mesafe almaları. 

GERÇEK MEDENİYET

Orta Çağ’ın karanlığından aydınlanma ile uyanan insanlık, yeni bir karanlığa gömüldüğünün farkında değildi. Zira medeniyet algısı giderek maddeye yönelmiş ve fert ile toplum düzeyinde ‘sahip olmak’, ‘egemen olmak’ baskın kişilik özelliği olmuştu.Böylece medeniyet, küresel güçlerin kendi lehlerine yücelttikleri maddi zenginliğin masum bir anahtarına dönüşmüştü. Oysaki gerçek medeniyet; her şeyden önce insan olmayı sürdürmek, hak ve özgürlüğü ayakta tutabilmekti. Medeni olmak; düşünme, inanma ve davranış düzeyinde hangi arka plana sahip olursak olalım, temel insani değerleri teorik bir olgudan eyleme dönüştürebilme yolculuğudur. 

Bugün sanal dünyanın taarruzuyla, tükettikçe var olma yarışına sürüklenen bireylerin gerçek medeniyetten uzağa savrulduklarını gösteren deliller hızla artıyor. Fertler ve toplumlar zihin ve eylemleriyle kendi hakikatlerinden uzaklaştıkça, duygu ve ruh alanındaki ihtiyaçları giderilemiyor. Bir modaya dönüştürülen modernizm algısı ile ahlak, adalet, erdem, üretim, gerçek bilgi zayıflamış durumda. Bireysel kazanım, ben değeri, tüketme, yağmalama, verilerle idare etme gittikçe kuvvetleniyor.Dolayısıyla her bireyin ve toplumun kendisi olma ihtiyacı, bugün çok daha elzem bir hâle geliyor.

MUTSUZ KÖY

Kurduğu medeniyetlerle adaletle hüküm sürmüş, şanlı bir geçmişin temsilcileri olarak; bugün çok ciddi bir sorumlulukla karşı karşıyayız. Örnek bir mücadele ile kurulan devletimizin yıkılması için gösterilen yoğun çabaların özünde; bu milletinkendi kökleriyle buluşmasını, yeniden bir ve bütün olarak bir diriliş yaşamasını engelleme arzusu var.

Dünyanın, Sezai Karakoç’un ifadesiyle “varlığın bunalımı”nı yaşadığı bir dönemde; egemen güçlerin kendileri gibi küresel dünyadaki hukukun tesisi için kurdukları uluslararası kurumların değeri de tartışılmaya başlanıyor. Zira dünya giderek mutsuz bir köye dönüşüyor. Gerçek insani değerlerden ve duygulardan uzaklaşan Batı, salt mantık odaklı bencil duruşun çalkantılarıyla savruluyor. Doğu toplumlarının da sorgulamaktan, üretmekten, düşünmekten, araştırma yapmaktan uzaklaştıkları gibi duygu köklerinden de uzaklaşarak birbirlerine daha fazla düştüklerine (düşürüldüklerine) şahit oluyoruz.  

  Devletimiz; yıllardır gerçek bilimin ve inanç değerlerinin ışığından uzaklaşan, maruz kaldığı kafa karışıklıklarıyla birbirine düşmenin ötesine gidemeyen tipik Doğu toplumlarının makûs talihini değiştirebilecek bir liderliğe adaydır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti; medeniyet köklerinin sağladığı kültürü, geleneği ve inanç değerlerini her türlü aşırılıktan ari olarak yaşamayı başaran, kendi içinde ve bölgesinde huzuru sağlayan, mazlumun sesi olabilen bir olgunluğa erişebilecek kudrettedir. Bu ülkü, öncelikle bizi birbirimizden uzak düşüren her türlü suni ayırımı terk etmemizi gerektirir. Zira başta bölgemiz olmak üzere; dünyanın hak, adalet ve insan odaklı uzlaştırıcı güçlere ihtiyacı vardır. Ve biz bu role iyi bir namzediz.

Son dönemlerde önemli mesafeler almış olmakla yetinmeyip; üretim, savunma sanayi, ekonomi kadar bilim, hukuk ve düşünce üretimi alanında da daha fazla yol almaya ihtiyacımız var. Kalbi bu toplumun bekası için atan, medeniyet tasavvurunu dert edinen ve hakikatin izini süren nesiller; bizlere can suyu verecek ve kadim köklerimizi geleceğe taşıyacak öncülerdir...