​CUMHURİYET'İN 100. YIL DÖNÜMÜ VESİLESİYLE

Dr. Öğr. Enes DEMİR
Tüm Yazıları
Cumhuriyetimizin ebediyen yaşamasını arzu eden bizler için, bu sürece nasıl gelindiğini en iyi şekilde anlamak ve geleceğimizi belirlemek de temel bir görevdir.

100 yıl önce bugün kurulan Türkiye Cumhuriyeti, köklü tarihimizdeki son devletimizdir. Cumhuriyetimiz, büyük fedakârlıklarla kurulmuş, sayısız emek ve gayretlerle bugünlere ulaşmıştır. Bu yönüyle Cumhuriyet, kıymetli bir miras olarak aydınlık geleceğe ilerlerken bizlere güç ve ilham vermektedir. 

Cumhuriyetimizin ebediyen yaşamasını arzu eden bizler için, bu sürece nasıl gelindiğini en iyi şekilde anlamak ve geleceğimizi belirlemek de temel bir görevdir. Bu anlamlı ve tarihi gün vesilesiyle Cumhuriyet’in nasıl kurulduğunu izah etmek ve bir kez daha hatırlamak yararlı olacaktır.

Cumhuriyet’e giden yolda kritik safha: Millî Mücadele (1919-1922)

Cumhuriyet, birbirinden meşakkatli gelişmelerin sonunda ortaya çıkmıştı. Bu bakımdan Cumhuriyet’e giden yolun en önemli safhası Millî Mücadele idi. Nitekim, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup ayrılmış ve kısa sürede vatan toprakları işgal edilmeye başlamıştı. Bu işgale, Türk milleti karşı çıkmış; elde kalan ordusuyla omuz omuza vererek Mustafa Kemal Paşa liderliğinde Anadolu’da Millî Mücadele’ye başlamıştı.  

1919-1922 aralığındaki Millî Mücadele’nin önemli merhaleleri ve dönüm noktaları, esasında Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişin de zeminini hazırlamıştı. Bunların başında, işgale karşı bölgesel olarak başlayan direnişi, topyekûn ve sistemli bir harekete dönüştüren genelge ve kongreler vardı. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a ulaştıktan sonra yayımladığı 28 Mayıs 1919 tarihli Havza Genelgesi, 22 Haziran 1919 tarihli Amasya Genelgesi, 23 Temmuz 1919’da başlayan Erzurum Kongresi, 4 Eylül’de başlayan Sivas Kongresi, bu süreçte Anadolu’da yapılan diğer yerel kongreler ile 28 Ocak 1920’de son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde kabul edilen Mîsâk-ı Millî, Türk milletinin istiklalini savunacağını ortaya koyarken Millî Mücadele’nin tüm yurt genelinde karşılık bulmasına katkı sağlamıştı.

Tüm bunlara karşı İtilaf devletleri (İngiltere, Fransa, İtalya) tarafından 16 Mart 1920’de başkent İstanbul’un işgal edilmesiyle 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisinin (TBMM) açılması, yeni Türk devletinin kuruluşuna giden yolda önemli bir dönüm noktası olmuştu.

Meclisin açılmasıyla birlikte Cumhuriyet’in ilanına giden yol da açılmıştı. Ancak bu dönemdeki hassas siyasi, askerî, toplumsal şartlar ve gelişmeler neticesinde Cumhuriyet’in ilanı bir süreç dâhilinde gerçekleşmiştir. Zira öncelik, doğal olarak birlik ve dayanışma içerisinde vatanın işgalden kurtarılması olmuştur. 

Kanaatimizce Cumhuriyet’e ulaşılması için Meclis’in açılmasından sonra dört kritik dönüm noktası vardır. Bunlar; 1. Teşkilât-ı Esâsiye’nin (ilk anayasa) ilanı, 2. Millî Mücadele’de askerî başarının elde edilmesi, 3. Saltanatın kaldırılması, 4. Lozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla Türkiye’nin uluslararası arenada hukuken tanınması.

Bu önemli adımlardan biraz daha detaylı bahsetmek yerinde olacaktır. 

Teşkilât-ı Esâsiye’nin (İlk Anayasa) kabulü (Ocak 1921)

Meclisin, Ankara’da açıldıktan kısa bir süre sonra, İstanbul ve işgal altındaki yerler hariç Anadolu’nun genelinde askerî ve idari otoriteyi kendisine bağladığı görülmektedir. Böylece TBMM; İstiklal Harbi’ni yöneten, aynı zamanda yasama, yürütme ve yargı erklerini üzerine alan olağanüstü yetkileri haiz bir meclis olmuştur.

Nitekim TBMM, Cumhuriyet’e giden önemli dönüm noktalarından biri olarak 20 Ocak 1921’de Teşkilât-ı Esâsiye’yi (ilk anayasa) kabul etmiştir. Özgün bir anayasa ilan ederek meşrutiyetini yasal bir zemine oturtan Meclis; hâkimiyetin de kayıtsız ve şartsız millete ait olduğunu hukuki zeminde onaylamıştır. Bu yasal kabulün, Türkiye’nin tamamıyla anayasal yönetime geçeceğine dair kritik bir adım olduğu aşikârdır. Bilhassa bu karar, sürecin yönlendirici lideri Mustafa Kemal Paşa’nın Cumhuriyet’e giden yoldaki önemli bir adımı mahiyetinde değerlendirilmelidir.

Askerî Başarı (Eylül 1922)

Türk ordusu, 1920 ve 1921 yıllarında Doğu’da Ermenilerle, Güney’de Fransızlarla yaptığı savaşlar da başarılar sağlayarak bu cepheleri kapatmış; böylece, Yunanlıların işgali altında bulunan toprakları kurtarmak üzere Batı Cephesi’ne yoğunlaşmıştır. Bu kapsamda Eylül 1921’deki Sakarya Zaferi’nden sonra hazırlıklarını tamamlayan Türk ordusu, 26 Ağustos 1922’de başlattığı Büyük Taarruz Harekâtını, 18 Eylül’de Anadolu’nun batısındaki birçok şehri işgalden kurtararak zaferle taçlandırmıştır. 

Millî Mücadele’nin askerî safhasında elde edilen başarı, diplomatik müzakerelerin yeniden başlamasına ve Ağustos 1920’de işgalci İtilaf devletleri tarafından dayatılan Sevr’in hiçbir zaman yürürlüğe girmeyeceğinin kabul edilmesine vesile olmuştur. Aynı zamanda bu başarı, Cumhuriyet yolunda ikinci büyük adım olmuştur.

Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)

Askerî zafer sonrası, 11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkesi ile savaş sona ermiş ve diplomatik aşamaya geçilmesi kararlaştırılmıştır. Bunun için tespit ve tercih edilen müzakere masası, Lozan Konferansı olmuştur. Ancak İtilaf devletleri, Ankara Hükûmeti ile birlikte İstanbul Hükûmetini de Konferansa davet ederek iki başlılık oluşturmayı hedeflemiştir. Bunun üzerine Ankara Hükûmeti, barış görüşmelerinde ikilik çıkmasını engellemek ve ülkenin tek temsilcisinin kendisi olduğunu ortaya koymak için harekete geçmiştir. 

Meclis’te yapılan tartışmalardan sonra saltanat ve hilafetin birbirinden ayrılması kararlaştırılmış; bu doğrultuda 1 Kasım 1922’de Osmanlı saltanatı, yani padişahlık makamı lağvedilmiştir. Türkiye’nin ve Türk milletinin yegâne temsilcisinin TBMM olduğunu ilan eden bu kritik ve tarihi karar, Cumhuriyet’e giden yolda üçüncü ve belirleyici bir adım olmuştur.

Saltanatın kaldırılması; devletin rejiminin ne olacağına yönelik tartışmaları gündeme getirmiştir. Meclis’te ve kamuoyundaki bazı kişiler, Halife’nin devlet başkanı olmasını ve Meclis Hükûmet sisteminin korunmasını savunmuştur. Fakat Lozan Konferansı’nın başlaması ve Konferans’ta zorlu bir müzakere sürecinin yaşanması, rejiminin ne olacağının ilan edilmesini geri bırakmıştır.

Lozan Antlaşması (1923)

Bu arada Lozan görüşmeleri tamamlanmış; 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile Osmanlı Devleti’nin yerine Türkiye uluslararası arenada tanınmıştır. 

Türkiye’yi, istiklaline ulaştıran askerî ve diplomatik bu kazanımlardan sonra, artık rejimin ne olacağı konusu esas gündem maddesi olmuştur. İlk adım mahiyetinde Osmanlı’nın başkenti İstanbul’un yerine, 13 Ekim 1923’te Millî Mücadele’nin merkezi Ankara, devletin yeni başkenti olarak ilan edilmiştir. 

Mustafa Kemal Paşa da bu geçiş sürecinde yaptığı açıklamalarla Cumhuriyet’in ilan edileceğine yönelik işaret vermiş; sadece şartların tamamıyla olgunlaşmasını beklemiştir.  Nitekim Ekim ayına gelindiğinde, Meclis’te kabine seçme işleminin yönetim krizine dönüşmesi, Cumhuriyet’in ilan edilmesinin bir gereklilik halini aldığını göstermiştir.

Nihayetinde Meclis’te, Teşkilât-ı Esâsiye’nin (ilk anayasa) bazı maddelerinde değişlik yapılmasına dair müzakere neticesinde, 29 Ekim 1923’te yapılan oylamayla devletin yönetim şeklinin Cumhuriyet olduğu ilan edilmiştir. Anayasanın 1. maddesi; hâkimiyetin devredilemez bir şekilde sadece millete ait bulunduğu ve Türkiye Devleti’nin idare şeklinin Cumhuriyet olduğu şeklinde güncellenmiştir. 

Mecliste eş zamanlı olarak yapılan oylamayla Gazi Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) ilk Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Bu vesileyle kürsüye gelerek söz alan Atatürk, Teşkilât-ı Esâsiye’nin bazı maddelerinin değiştirilmesiyle yeni Türk devletinin zaten tüm dünyada malum olan unvanını, yani Cumhuriyet idaresini seçtiğini belirtmiştir.

Cumhuriyet’in İlanı Bir Sürecin, Tarihi Birikimin Sonucu

Görüldüğü üzere, Cumhuriyet’in kuruluşu, iç ve dış gelişmelerin yoğun ve hassas olduğu bir ortamda, belli bir program dâhilinde ve sürece yayılarak olgun bir şekilde gerçekleştirilmiştir. 

Millî Mücadele’nin / Türk İstiklal Harbi’nin, Türkiye’nin egemenlik ve bağımsızlığını sağlamasının yanı sıra en önemli ve kalıcı sonuçlarından biri Cumhuriyet’tir. Cumhuriyetle birlikte egemenlik, milletin olmuş; böylece Türkiye, önemli ve tarihi bir aşama kaydetmiştir. 

Şüphesiz, Cumhuriyet’in ilanına giden demokratik ve fikri altyapının, 1876’da Kanun-i Esasi’nin ilan edilip I. Meşrutiyet’e geçilmesiyle başladığıyla ilgili tarih araştırmalarında bir ittifak vardır. Bu yönüyle Cumhuriyet’in bir anda ortaya çıktığını düşünmek de meselenin iyi bir şekilde anlaşılmasını engelleyen, aşırı bir ideolojik yorumu ortaya çıkarmaktadır. Dolayısıyla Cumhuriyet ve demokrasi, Osmanlı döneminde başlayan ve Millî Mücadele şartlarında kendini açıkça gösterme imkânı bulan bir siyasi kültürün, özetle bu alandaki tarihsel birikimin bir sonucudur. 

 Esasında Cumhuriyet’in ilanı, kadim Türk devletinin ismini ve yönetim şeklini değiştiren bir adımdır. Nasıl ki Selçuklu Devleti’nin yerini Osmanlı hanedanı almışsa; bu defa modern çağın gereği olarak Osmanlının yerinin bir hanedan değil, bütünüyle bir ulus yani Türk milleti almış ve Cumhuriyeti doğmuştur. Nitekim Saltanatın kaldırılmasına dair Kanunda da “Osmanlı Devleti’nin yerine ve onun varisi olarak yeni Türk Hükûmetinin kurulduğu” belirtilmiştir. Böylece tarihteki en büyük Türk devletlerinden biri olan Osmanlı Devleti, tarihteki mümtaz yerini almıştır.

Sonuç itibarıyla Osmanlı ve Cumhuriyet arasında bir rekabet oluşturmak, sadece ve sadece tarihe karşı haksızlık olup; birlik ve dayanışma ruhuna zarar vermektedir. Oysaki 100. yıl dönümünü idrak ettiğimiz, aynı zamanda Cumhuriyetimizin ikinci asrına başladığımız bu tarihi günde, bizlere düşen önemli görev ve sorumluluklar bulunmaktadır.

Sonuç ve Değerlendirme 

100 yıllık dönemi değerlendirdiğimizde Türkiye, 1923’ten bu yana siyasi, askerî, ekonomik, toplumsal, sosyal, teknolojik ve diğer tüm alanlarda büyük gelişimler kaydetmiştir. Cumhuriyet’in sağladığı imkânlar sayesinde Türk toplumu; eğitimde, bilimde, sanatta, kültürde, teknolojide ve daha nice alanda muasır medeniyetlerle aynı seviyeye gelmiş ve daha da üzerine çıkmaya başlamıştır. 

Ülkemiz; 100 yıllık süreçte karşılaştığı çeşitli zorluklara, muhtelif iç/dış sorunlara ve türlü engellemelere rağmen bugünkü güçlü seviyesine ulaşabilmiştir. Bir asır önce, bin bir güçlükle ve kısıtlı imkânlarla kendi öz vatanını işgalden kurtarma mücadelesini veren bir ülkeden; bugün her alanda güçlü ordusu, bölgesinde ve dünyada etki oluşturan diplomasisi, sürekli gelişen yerli ve millî savunma sanayisi, birçok alanda sahip olduğu imkân, kabiliyet ve kapasitesi ile gelişen ve büyüyen bir ülke durumuna gelebilmek Türk milletinin başarısı, Cumhuriyet’in de sonucudur.  

Bugün, 100 yıl önce başta kurucu lider Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere atalarımız tarafından hayal edilen, her alanda büyüyen ve güçlenen bir Türkiye yolunda olduğumuzu çok iyi anlamamız gerekir. 

Şüphesiz, ülke olarak katetmemiz gereken çok büyük mesafeler var. Bu yüzden bizler; daima çalışmalı, üretmeli ve daha ileri seviyeleri hedeflemeliyiz. Dünyanın ve bölgemizin son dönemde maruz kaldığı siyasi, askerî, ekonomik gerilimler ile meydana gelen krizler, çatışmalar ve hatta savaşlar da Türkiye’nin daima güçlü ve istikrarlı olmasını gerekli kılmaktadır.

Etrafının ateş çemberi olduğu bu ortamda Türkiye’nin; huzurun, güvenliğin ve istikrarın merkezi olması, Cumhuriyet’e dayalı bir yönetim anlayışının, yani Cumhuriyet’in ortaya koyduğu değerlerin, yetiştirdiği eğitimli ve donanımlı fertlerinin açık bir yansımadır. 

Dolayısıyla bu mirası, daha büyük ve kalıcı kılmak için bu tarihi günün manasını en işi şekilde anlamalı, Cumhuriyet’in değerini ve kıymetini takdir etmeli ve geleceğe umutla yürümeliyiz. Tarihi anma günleri de geçmişin şanlı mirasını hatırlamak ve geleceğe güçlü bir vizyonla yürümeye yönelik kararlılığımızı bir kez daha teyit etmek bakımından kıymetlidir.  

Şunu çok iyi bilmeliyiz ki devletimize sahip çıkmak, kendimize, ailemize, milletimize, birliğimize ve geleceğimize sahip çıkmaktır. Bunun için tarihten ve günümüzde yaşananlardan ilham ve ibretler almalı; tarihte olduğu gibi bugün de içeride birlik ve dayanışmamızı daima sıkı tutmalıyız. 

Zira gelecek kuşaklara huzurlu, güvenli, istikrarlı ve çok daha güçlü bir Türkiye bırakmak bizler için de tarihi bir görevdir. 

Bu bilinçle her bir Türk vatandaşına düşen görev, hangi işi yapıyorsa yapsın çok çalışmak; ülkesine ve milletine nice değerli eserler üreterek Türkiye’nin dünyada saygın ve etkin bir ülke olmasına katkıda bulunmaktır. 

Ve Son Söz:

Asil Türk milletiyle payidar ol Cumhuriyet,

Nice yüzyıllara Büyük ve Güçlü Türkiye…

Belgeler

Cumhuriyet’in ilan edilmesi ve bu kapsamda Anayasa’nın ilgili maddelerinde yapılan değişikliğe ilişkin 4 Kasım 1923 tarihli Resmî Gazete

Cumhuriyet’in ilan tarihi olan 29 Ekim’in, TBMM Kararı ile Bayram Günü ilan edildiğine dair 06 Haziran 1925 tarihli yazı - BOA. TSMA. 1327/29.