ANAHTAR KELİMELER-3 (OKUMAK)

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları

Bir önceki yazıda anahtar kelime olarak “soru” kelimesini ele almıştım. “Her şey bir soruyla başladı” diyerek önemini vurgulamaya çalıştığım “soru” kelimesinden sonra akla gelebilecek birçok anahtar kelime var. Bunların başında “cevap” kelimesi gelebilir. Ama herkesin “her şeyi” bildiği bir dönemde “cevap” kelimesinin “soru” kelimesinin aksine, bir başlatıcı kelime olduğunu düşünmüyorum. Başlatıcı kelime olarak benim aklıma “okumak” geliyor. Yüce kitâbımız Kur’ân “oku” ile başladı ve başlıyor.

Kur’ân-ı Kerim’in ilelebet geçerli olacağına imân ediyorsak, “okumak” eyleminin de dâimi bir başlangıç, devamlılık olduğunu söyleyebiliriz. Akademik eğitimin ilk adımı olarak gördüğümüz “okuma-yazma”nın da – yetersiz de olsa – bir başlangıç olduğu gerçeğine istinâden eskilerin “elifba” dediği, şimdi “a-b-c” dediğimiz okuma eylemini yapmaya başlamak için “okumayı söktü” tâbirinin kullanılması da mânidardır. Okumak, harflerden meydana gelen kelimelerin seslendirilmesi ya da tanınması diye tanımlanabilir. Yâni, tıpkı yön gösteren oklar; sıra, saat, kat, miktar gösteren rakamlar gibi kelimeleri tanıyoruz. “Kelime”nin anlamı Arapçada “yaralamak” demektir.

Tıpkı Türkçedeki “çizgi” kelimesinin “çizmek” kelimesinden gelmesi ve “çizmek” kelimesinin de “izmek” yâni “iz bırakmak” demek olması gibi. Birilerinin taşın, ahşabın, derinin, kâğıdın üzerine bıraktığı izleri, yâni çizgileri, harfleri, kelimeleri okuruz. “Çizmek/izmek” kelimesinden biraz daha ilerlersek, “izci” kelimesiyle karşılaşırız. İzci, her türlü izi tâkip ederek yâni izleri okuyarak, bu izlere anlam vererek yol bulur. İzleri doğru anlayamazsa yolunu kaybeder. Okurken de kelime kelime tâkip ettiğimiz metin içinde anlamsal bir yol tâkip ederiz. Kelimelerin kendileri arasındaki anlam ilişkisini kuramazsak, bir sonraki cümleye geçemez, geçsek bile devam edemeyiz.

Bu devamlılık gereği bizi fikri tâkip becerisini gelişmeye zorunlu kılar. Bir metinde ilk kelimesi ve ilk cümlesiyle son kelimesi ve son cümlesi arasında bir fikri tâkip gerektirir. Fikri tâkip cümleler arası sebep-sonuç ilişkisi, iki iz arasındaki ilişki, bir öncekinin bir sonrakine yönlendirmesini anlamak ve o yolda gitmektir. Fikri tâkip bireysel açıdan bir konsantrasyon, bir odaklanma sürecidir. Okuma alışkanlığı olan herkes, odağını kaybettiği için aynı cümleyi hatta aynı paragrafı defalarca okuduğu olmuştur. Okurken geri dönme, bir önceki sayfaya gitme imkânımız vardır ama tabiatla olan ilişkimizde bu pek mümkün olmaz çünkü zamânı geri almamız mümkün değildir.

Dikkatimizden kaçan işâretleri, izleri geri dönüp bulamayabiliriz. Doğayı okuyan insanlar vardır. Doğa ile bağlarını koparmadıkları, daha doğrusu insan olarak doğanın bir parçası oldukları gerçeğini unutmadıkları için, “oku” emrini attıkları her adımda, gözlerini her açıp kapadıklarında, duydukları her seste yerine getirirler. Havada tek bir bulut yokken, ufka bakıp beş saat sonra havanın değişeceğini ve açık denizde durmanın tehlikeli olduğunu öngören balıkçılar hiç de az değildir. Köpeğin havlamasından, kedinin miyavlamasından, koyunun melemesinden, eşeğin anırmasından, atın kişnemesinden, dut yaprağının erken sararmaya başlamasından yazılı olmayan kelimeleri okurcasına anlamlar çıkaran insanlar az değildir.

Bunda yüzlerce yıllık bilgi birikiminin nesilden nesile aktarılması ve bizzat tecrübe edilmesi söz konusudur. Kelimenin sözlük anlamıyla “okumak” da çok farklı değildir. “Okumak” bir beceri olarak okulda öğrenilir ama bir kültür olarak “ata bilgisi” gibi, yaşayarak, görerek, gözlemleyerek, tecrübe ederek edinilir. Bunun dilbilimdeki karşılığı “dil edinimi”dir. Bu, bir çocuğun dinleyerek başladığı dil edinimine konuşma, okuma ve yazmayla devam etmesi adımlarını kapsar. Bu yüzden okumak, dinlemeyle ilişkilidir. Doğayı dinleyip okuyan insanlar gibi, metni okuyanlar da aslında o metnin yazarını dinlerler. Metnin yazarı okurun iç sesiyle konuşur.

Okur, bir dublaj sanatçısı gibi, okuduğu metni seslendirir; yazarın sesi olur. Metni gözlerimizle tâkip etsek de içimizde sâdece bizim duyduğumuz bir sesi dinleriz. Bir yazarı sayfalarca dinleriz aslında onun yazdığı metni okurken. Ne kadar hızlı konuşacağını, nerede duracağını, konuşurken neleri beğenip ne sorular soracağımızı biz belirleriz. Satırların altını çizeriz, yan boşluklara not yazarız. Aslında olağanüstü bir süreçtir bu, çünkü zamanda yolculuk yaparız. Binlerce yıl önce yaşamış bir yazarın günümüze gelen metnini okuyup bitirdikten sonra yüzlerce yıl sonrayı kurgulayan bir yazarın kitabını okumaya başlayabiliriz. Ve bunları kendi yaşadığımız zamanda, “şimdi” yaparız.

Bu kaybolmamızı engeller. Bir ormanda gezerken geçtiğimiz yerleri dikkat etmeden yürürsek, bir ağacın yanından geçerken “hangi şimdi”de olduğumuza odaklanmazsak, geri dönerken yolumuzu bulamayabiliriz. Hâsılı, “okumak” veya “oku” emrini yerine getirmek, bir konsantrasyon, bir odaklanma becerisi geliştirmek ve bir insan olarak günah işlemek için bile gerekli olan bilincimizi hep açık tutmak hâlidir.