Röportaj Kaynak: Deniz BAŞARAN 20.07.2024 14:50

"Ağaca ve buluta benzemeyen bir şey olmalıydı ama olmadı."

Kitapçıya girdiğinizde ilk nereye bakarsınız? Yeni çıkanlara mı? Çok satanlara mı? Yerli edebiyat? Dünya edebiyatı? Yoksa artık sizde indirimleri kovalayıp netten mi sipariş ediyorsunuz kitaplarınızı? Sahi okur musunuz?
"Ağaca ve buluta benzemeyen bir şey olmalıydı ama olmadı."

Sıcak bir hafta sonunda yapılabilecek en güzel şey bence serin bir kapalı mekanda güneşin batmasını beklemektir. Sokağın kıvrıldığı köşede ki Kültür Merkezi'nden daldım içeri. Yeni yazarların yer aldığı bir söyleşi de rastladım "Gülcan Aksoy'a".

Gülerek bahsediyorlardı ilk kitap maceralarını, samimi ve içtendiler. Öykü Kitabını imzalatırken Gülcan Ukşal Aksoy'a, biraz daha yakından tanımak istedim kendisini.

O halde serin bir içecek eşliğinde sizlerde buyrunuz okumaya...

Edebiyat hayatında ne zamandan beri var? Ne zamandır yazıyorsun?

Yazmak denildiğinde önce kalem ve kâğıt geliyor insanın aklına ama ben kalem ve kâğıt olmadan hatta okuma yazma bilmediğim dönemde bile yazıyordum aslında. Çocukken kurguladığım ve içinde yaşadığım renkli düş dünyalarım vardı.

Gerçek anlamda yazmaya günlük tutarak başladım. Kurgusal anlamda yazmaya başlamam ise oldukça geç oldu. Hayattaki pişmanlığım…

İlk öykülerle başladın sanırım, blog açıp öykülerini yayınladın, değil mi?

Yazım atölyelerinin şimdiki kadar çok olmadığı zamanlarda, bir öykü atölyesine katılmıştım.  Böylece öykü yazma serüvenimde başlamış oldu. Öyküler birikince, “Ne yapmalıyım?” diye düşünmeye başladım. Bir de o dönem yazdığım her şey bana şaheser gibi görünüyordu, çok kıymetliydi her bir öyküm. Tam da o dönemde ekranda edebiyatla hiç ilgisi olmayan bir programa bakarken, adam bana dönüp; “Neden cevap bile alamayacağınız yayınevlerinin kapısında bekliyorsunuz ki? İnternet diye bir şey var ve kendinize bir blog açarak bir sürü insana ulaşabilme imkanınız var. Üstelik de bedava!” dedi. Sanki yayının ortasında sırf bana seslenmek için zamanı durdurmuştu. Araştırdım ve bir öykü blogu açtım. Her gün kaç kişi girmiş diye heyecanla açıyordum sayfamı. Güzel bir başlangıçtı benim için.

Dünyanın çeşitli yerlerinden insanların yazdığım öyküleri okuması tanımadığım bir sürü insanın öykülerim hakkında yorumlar yazması çok keyifli ve çok da özeldi benim için.

İlk kitap! Ve ilk imza... Gülcan Ukşal Aksoy o gün nasıldı?

İlk kitabım bir romandı. Onca öykü yazdıktan sonra roman yazmış ve birçok yayınevine göndermiştim ama hiçbirinden olumlu ya da olumsuz bir geri dönüş alamadım. Hayal kırıklığı yaşıyordum. Öte yandan birçok yeni yazar arkadaşımın kendi kitaplarını kendi paralarıyla bastırdığını duyuyordum ama araştırmıyordum da. Öyle ya mutlaka bir geri dönen olacaktı. Sonra yayınevlerinin kağıda gelen güncellemelerle yeni yazarlardansa bilindik yazarları tercih ettiklerini fark ettim.

Yine bir gün can sıkıntısıyla elimdeki telefonda çevirdiğim videolardan birinde (edebiyatla hiç ilgisi olmayan bir video olduğunu belirtmeliyim) adam , “Beş kuruş ödemeden yazdığınız kitapları bastırabileceğinizi biliyor musunuz?” dedi.

İlk romanım: Gök Gürültüsü'nü böylece KDY’den yayınlattım. Basılı, üstünde adımın yazılı olduğu bir kitap büyük bir heyecan yarattı tabi.  Eşe, dosta, akrabaya kitaplarımı imzaladım. Sonuç? Hepsi bu!

Ne olmasını bekliyordum?

Ağaca ve buluta benzemeyen bir şey olmalıydı ama olmadı.

Türkiye’de yazar okurdan çok mu sence? Okur kitlesini nasıl değerlendiriyorsun?

Buna gülüyorum çünkü öyle, yazanlar, yazmaya çabalayanlar okurlardan çok fazla. Bazen kimin için yazıyoruz diye düşünüyorum. Yazmak için harcanan emek bir yana, kendinizi hayattan çekmeniz gerekiyor, yaşamayı erteliyorsunuz. Karşılığında herhangi bir maddi beklentiniz de olmadan üstelik, hatta anlattığım gibi bir bütçe ayırarak. Tek istediğiniz birilerinin okuyup anlattığınız hikayeyi düşlemesi. Yani sizi anlaması.

Kitabımı hediye ettiğim insanlarla tekrar karşılaştığımda gözlerinin içine bakıp bir şey söylemelerini bekliyordum. Tek satır bile okumamış olduklarını anlamak çok zor olmuyordu. Cep telefonlarındaki kısa videoları kaydırarak izlemek oturup kitap okumaktan çok daha keyifli çünkü. Bu yüzden her şeyi elinin tersiyle itip düş peşinde koşanlar, hala kitap okuyarak hayal kuranlar çok kıymetli benim için. Okur sayısı ne yazık ki az ve giderek de azalacak. Belki ileride matbu kitaplar antika olacak.

Kim bilir?

Bir öykü yarışmasında ödül de aldın. Onaylanmak nasıl bir his? Sana ne hissettirdi?

Evet. Okurlar ile imza günlerinde söyleşilerde buluşsak da insanın usta isimlere ulaşıp yazdıklarına dair değerlendirme alması zor. Bunun en kolay yolu sanırım; 'yarışmalar'. Seyhan Livaneli Öykü Yarışması'na bu niyetle katıldım. "Unutulan Kasaba ve Uzak Baharlar" adlı öykümü yolladığımda sonucu merakla beklemeye başladım. İlk beş finalist arasında olduğumu öğrendiğimde benden mutlusu yoktu. Bu benim için yeterliydi. Sahneye çıkıp ödülümü aldığımda çok keyif aldım. Bir otorite tarafından onaylanmak güzel; doğru yolda olduğunuzu hissettiren bir haz.

Fakat madalyonun ters yüzünden de bahsetmeden geçemeyeceğim. Şöyle ki; çok öykü yarışması yapılıyor ve buradan gelen sonuçların karşılığı öyle az ki sektörde, ödüller ancak ödülü alanı etkiliyor, camiada bir önem arz etmiyor. Bir de tabii bazı yarışmaların tarafsızlığı konusunda da şüpheye düşüyor insan. Tek öykü ile katılım sağlanan yarışmalar için değil ama roman katılımıyla gerçekleşen yarışmaların başvuru tarihiyle sonuç tarihinin arasının 1 ay gibi kısa bir süre olması düşündürücü doğrusu.

Bu kadar kısa sürede bunca başvurusu olan o romanların gerçekten okunup değerlendirilmesi imkânsız gibi geliyor bana.

Edebiyat dünyası kitapları nereden takip ediyor? Tanıtım ya da PR'a bakışın ne? Kitabın reklamı olur mu?

Edebiyat dünyası belli başlı yayınevlerinden çıkan kitapları takip ediyor.  Beni çok kötümser bulabilirsiniz ama müthiş bir eser çıkarmış olsanız bile şansınız yaver gitmemişse o dünyaya giremiyorsunuz. Önemli bazı yazarların edebiyat dünyasına giriş hikâyelerini bizzat kendilerinden dinledim ve şansın ne kadar büyük bir öneme sahip olduğunu gördüm.

Günümüzde tanıtım, fenomenlere gönderilen kitabınızın hiç okunmadan kalıplaşmış birkaç kelamla birlikte sayfada resminin paylaşılmasından başka bir şey değil. Hala gerçek okurun bunlara pirim vermediğini düşünmek istiyorum. Kendimden pay biçersem hiç öyle bir tanıtımdan gördüğüm kitabı, merak edip okumadım. Elbette paylaşırken kitabı duyurmak gibi bir derdin oluyor ama ne yalan söyleyeyim gerçek bir otoritenin kitabımı okuyup üstüne bir eleştiri, tanıtım yazısı yazması bana çok keyif verir, beni mutlu kılardı.

Yeni kitap var mı peki? Hikâyesi ne?

Yukarıda söylediğim onca şeye rağmen; evet, hala yazıyorum.

Benim edebiyat alanındaki serüvenim ilk roman "Gök Gürültüsü" ile başladı. Sonra ikinci kitabım da bir roman olarak geldi; "Neden Kulağını Kestin Vincent".

Üçüncü kitabım bir öykü kitabı oldu. Biriken öykülerden seçtiklerimi "Hişt hişt duyan var mı?" adlı dosyada topladım. Arada iki ayrı seçki kitabında birer öykümle yer aldım; "Umutlu öyküler" ve "Kent öyküleri". Şimdilerde üstünde çalıştığım kitabım; felsefi, fantastik bir roman. Arthur Schopenhauer, asal sayılar ve başı belada, ismini vermek istemeyen bir matematik öğretmeni desem yeterli olur sanırım. Merak edenler (burada gülüyorum) biraz bekleyecekler; yıl sonuna yetişmesini umuyorum.

Son olarak "Yazmak" senin için ne ifade ediyor?

Yazmak benim için bir tutku, asla durmayacağımı biliyorum. İyi edebiyatın bir gün yerini bulacağına duyduğum inançla yazmaya da devam edeceğim.