Bugün yükselen popülist sağın arkasındaki itici güç olan Küreselleşmeyi ve onun nasıl bu siyasi
hareketin gelişmesine yol açtığını anlatmak istiyorum. İlk önce küreselleşme nedir, onu anlatalım.
KÜRESELLEŞME NEDİR?
Küreselleşme 1990’lı yılların başından itibaren sosyal bilimler literatüründe git gide daha fazla
tartışılan bir süreçtir. 1990’da Soğuk Savaş’ın sonlanması Küreselleşme Sürecinin siyasi ayağını
başlattı: Soğuk Savaş’ı sosyalizm kaybetmiş ve Liberalizm kazanmıştı. Liberal düşünürlere göre bu
tarihin sonuydu ve bütün ülkeler serbest piyasa ekonomisine geçmeli ve ekonomilerini dış dünyaya
açmalıydılar. Millet kavramı, milli devlet kurumları, geleneksel değerler ve milli ahlâk gerici ve çağdışı
kavramlardı. Milletler ayakta kalmak istiyorlarsa millet olmaktan, milli devlet kurumlarından ve
geleneksel değer ve ahlâk normlarından kurtulmalıydılar.
Bugün bütün dünyaya dayatılan vatansız,
milliyetsiz ve tarihsiz woke kültürünün temelleri bu zamanda atılmaya başladı.
Tabii ki, bu siyasi görüşler, küreselleşmenin sebebi değil sonucudur aslında. Küreselleşmenin esasen
iktisadi sebepleri vardır ve kendisi de büyük oranda iktisadi bir süreçtir. Pekiyi iktisat ilmi
küreselleşmeyi nasıl açıklar? Görünürde Küreselleşme ile kast edilen artan dış ticaret, gelişmiş küresel
finans piyasalarının ortaya çıkması, her çeşit sermayenin ülkeler arasında sınırsız bir hareketi
şeklindedir. Her çeşit sermaye hareketi ile anlatılmak istenen mali sermaye (uluslararası finansal fon
akışları), fiziki sermaye (doğrudan dış yatırım) ve beşeri sermaye (beyin göçü) hareketleridir. Buna
karşın emeğin uluslararası hareketi çok sınırlanmıştır.
Yine dış ticaret de bütün mallarda artmamıştır.
Her çeşit sanayi mamulü ve hizmetlerde dış ticaret artarken, tarım mamullerinde dış ticaret sınırlıdır.
Liberal düşünürlerin küreselleşmeden bekledikleri kısaca şöyleydi: Bütün dünya kültürleri birbirlerine
yakınlaşacak, din ve ırk ayrımına dayalı ideolojiler zayıflayacak, ülkeler arasında ve ülkeler içinde
servet ve gelir farkları azalacak, “özgürlükçü demokrasi” her yerde hâkim olacaktı. Olması istenen
buydu ama olan bunun tam tersi oldu: Özellikle gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde dini ve etnik
kökenlere dayalı ideolojiler daha güçlendi, serbest dış ticaret artarken bu ülkelerin dış açıkları da arttı,
ülkeler arasında ve ülkeler içindeki gelir ve servet eşitsizliği daha da büyüdü, dünyada demokrasiler
değil ama şoven rejimler güç kazanmaya başladı.
Sınırlandırılan emek hareketleri milli sınırlardan taştı
ve kaçak göçmenler olarak hepimizin başına patladı. Sosyal Bilimciler nerede yanılmıştı? Aslında
yanılan bütün sosyal bilimciler değildi, ancak Liberal – Küreselci görüşte olanlardı. Küreselleşmeye
temkinli yaklaşan Şüpheciler işlerin bu şekilde gelişeceğini daha sürecin başlangıcında
söylemekteydiler.
Ana akım iktisatçıların bakış açısında Küreselleşme’nin problemlerini görememelerinin temel sebebi
genel kabul gören modelin varsayımlarında yatmaktaydı. Bu varsayımlara göre ülkeler arası teknoloji
farkları, sermayenin sektörlere göre farklılaşması ve emeğin ülkeler ve sektörler arası verimlilik
farkları yok sayılmaktaydı. Aynı zamanda teorik olarak küreselleşmenin bütün mal cinslerinde dış
ticaret ve bütün faktörlerde uluslararası hareketlilik yaratacağını varsaymaktaydı. Bu varsayımlar pratik gerçeklerle uyumsuzdu. Bu yüzden teorik modellin sonuçları eşitsizliğin azalacağını ön
görürken, pratikte küreselleşme eşitsizliğin artmasına yol açtı.
KÜRESELLEŞMENİN MİLLİ DEVLETLERİ ZAYIFLATAN ETKİLERİ
Milli devletlerin gücü milli sınırlar içinde ekonomiyi etkileme ve kontrol etme gücünden
kaynaklanmaktadır. Küreselleşme tam olarak bu noktada milli devleti vurmuştur. Sermaye
hareketlerinin serbestleşmesi ve sınırsız bir şekilde dünyayı devretmesi milli devletlerin para ve
maliye politikalarının etkinliğini düşürdü. Bilgi ve enformasyonun uluslararası hareketliliği milli
devletin istihbarat ağını zayıflattı. Doğrudan dış yatırımın sağladığı avantajlar milli devletlerin
planlamadan vaz geçmesine sebep oldu. Bilgi ve enformasyon akışlarının sınırsızlaşması küresel bir
tüketici profili oluşturdu. Ülkeler ve kültürler arası sanat, kültür ve yaşam tarzı farkları azalmaya
başladı.
Herkes aynı yemeği yer, aynı diziyi seyreder, aynı futbol takımını tutar hale geldi.
Küreselleşme milletleri bir araya getiren kimlikleri zayıflatırken, bununla birlikte, etnik ve dini
kimliklerin de yeniden parlamasına yol açtı. Etnik ve milli aidiyetler toplum içinde güçlenirken milli
devletler de küreselleşmenin etkilerinden korunabilmek için bölgesel gruplaşmalara girdiler. Sonuçta
serbest piyasa ekonomisi ve liberal demokrasinin hakimiyetinde tek kutuplu bir dünya yerine ticaret
savaşları ve bölgesel paktlarla ayrışan çok kutuplu bir dünya oluştu. Bunun üzerine son 10 senedir
dünyanın fakir bölgelerinden sökün eden kaçak göçmenler de eklenince teorinin çıkarımları tamamen
çöpe atıldı.
AVRUPADA YÜKSELEN POPÜLİST SAĞ
Başta Avrupa olmak üzere Küreselleşme sürecinin sonucu olarak ortaya çıkan milli kimliğin
yıpranması, gelir ve servet eşitsizliğinin artması, kaçak göçmen istilası gibi sosyolojik ve iktisadi
etkenlerin siyasi sonucu popülist sağın yükselmesi oldu. Popülist sağ siyasetin en önemli argümanları
olarak AB müktesebatına karşı tutumları, kaçak göçmenlere duyulan tepkileri dillendirmeleri ve finans
kapitale karşı duruşları gösterilebilir. Bu üç etken yukarıda anlattığım Küreselleşme sürecinin doğal
sonuçlarıdır. Popülist sağın yükselmesinde bir başka unsur da siyasetin merkezinde yer alan partilerin
değişen toplumsal şartlara uygun siyaseti üretememesi, toplumun ihtiyaçlarını görerek onlara yönelik
politikalar geliştirememesi, hatta bütüncül olarak bakarsak Küreselleşme sürecinin pasif bir aparatı
haline gelmeleridir. Artan eşitsizliğin, azalan sosyal güvencenin, artan toplumsal şiddetin yarattığı
etkileri ortadan kaldırmak şöyle dursun, bu etkileri arttıracak şekilde seyirci kalmaları kitleleri popülist
sağ partilere doğru yönlendirmiştir.
Toplumsal olaylara çözüm üretirken olayların sonuçlarını ortadan kaldırmaya çalışmak yanlış bir
yöntemdir.
Doğru çözüm olayların sebeplerini ortadan kaldırmaktır. Küreselleşmenin kendisi değil
ama çarpık yapısı, özellikle büyük küresel şirketlere, finans kapitale ve emperyalist devletlere avantaj
sağlayan mekanizmalar ortadan kalkmadıkça çelişkiler devam edecektir. Bütün dünyada gelir ve
servet eşitsizliğini ortadan kaldıracak ortak önlemler alınmadıkça ne terörün, ne iç savaşların ne de
kaçak göçmenlerin önünü alabilirsiniz. Dünyadaki sermayeyi az gelişmiş ülkelerin kalkınmasını finanse
etmek için kullanabilirsiniz. Küreselleşme sayesinde bütün ülkelerin ticarete katılabileceği, küresel
toplumun emperyalist beş ülke tarafından değil bütün ülkeler tarafından ortaklaşa yönetilebileceği,
cehalet, fakirlik ve despotizmle etkin bir şekilde mücadele edilen bir dünya yaratmada faydalı olabilir.
Dünya Bankası ve IMF yapısı değiştirilerek sadece Atlantik Merkezli Emperyalist Gücün değil bütün
insanlığın çıkarına çalışacak hale getirilebilir. Birleşmiş Milletler gerçekten bütün bir dünyanın
parlamentosu haline gelebilir. Bütün bu saydıklarım size hayal gibi gelebilir ama hepsi insan iradesiyle
yapılabilecek işlerdir. Ancak ülkelerin siyasi otoriteleri genelde uzun vadeli yapısal problemlere kısa
vadeli geçici çözümler üretmek eğilimindedir. Böyle olunca da problemler zaman içinde
büyümektedir. Ne diyelim, herkesin hepimizin ortak çıkarları için akl-ı selim ile karar almalarını
dileyelim.