POPÜLİST SAĞIN YÜKSELİŞİNDE KÜRESELLEŞMENİN ETKİSİ

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Öncelikle bütün okuyucularımın Bayramını Tebrik ederim. Allah hepimize sağlık, mutluluk ve esenlik versin. İkinci olarak da bütün Babaların Babalar günü kutlarım. Ebedi aleme göçmüş Babalarımıza da Allah rahmet niyaz ederim.

Bugün yükselen popülist sağın arkasındaki itici güç olan Küreselleşmeyi ve onun nasıl bu siyasi hareketin gelişmesine yol açtığını anlatmak istiyorum. İlk önce küreselleşme nedir, onu anlatalım.

KÜRESELLEŞME NEDİR?

Küreselleşme 1990’lı yılların başından itibaren sosyal bilimler literatüründe git gide daha fazla tartışılan bir süreçtir. 1990’da Soğuk Savaş’ın sonlanması Küreselleşme Sürecinin siyasi ayağını başlattı: Soğuk Savaş’ı sosyalizm kaybetmiş ve Liberalizm kazanmıştı. Liberal düşünürlere göre bu tarihin sonuydu ve bütün ülkeler serbest piyasa ekonomisine geçmeli ve ekonomilerini dış dünyaya açmalıydılar. Millet kavramı, milli devlet kurumları, geleneksel değerler ve milli ahlâk gerici ve çağdışı kavramlardı. Milletler ayakta kalmak istiyorlarsa millet olmaktan, milli devlet kurumlarından ve geleneksel değer ve ahlâk normlarından kurtulmalıydılar.

Bugün bütün dünyaya dayatılan vatansız, milliyetsiz ve tarihsiz woke kültürünün temelleri bu zamanda atılmaya başladı. Tabii ki, bu siyasi görüşler, küreselleşmenin sebebi değil sonucudur aslında. Küreselleşmenin esasen iktisadi sebepleri vardır ve kendisi de büyük oranda iktisadi bir süreçtir. Pekiyi iktisat ilmi küreselleşmeyi nasıl açıklar? Görünürde Küreselleşme ile kast edilen artan dış ticaret, gelişmiş küresel finans piyasalarının ortaya çıkması, her çeşit sermayenin ülkeler arasında sınırsız bir hareketi şeklindedir. Her çeşit sermaye hareketi ile anlatılmak istenen mali sermaye (uluslararası finansal fon akışları), fiziki sermaye (doğrudan dış yatırım) ve beşeri sermaye (beyin göçü) hareketleridir. Buna karşın emeğin uluslararası hareketi çok sınırlanmıştır.

Yine dış ticaret de bütün mallarda artmamıştır. Her çeşit sanayi mamulü ve hizmetlerde dış ticaret artarken, tarım mamullerinde dış ticaret sınırlıdır. Liberal düşünürlerin küreselleşmeden bekledikleri kısaca şöyleydi: Bütün dünya kültürleri birbirlerine yakınlaşacak, din ve ırk ayrımına dayalı ideolojiler zayıflayacak, ülkeler arasında ve ülkeler içinde servet ve gelir farkları azalacak, “özgürlükçü demokrasi” her yerde hâkim olacaktı. Olması istenen buydu ama olan bunun tam tersi oldu: Özellikle gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde dini ve etnik kökenlere dayalı ideolojiler daha güçlendi, serbest dış ticaret artarken bu ülkelerin dış açıkları da arttı, ülkeler arasında ve ülkeler içindeki gelir ve servet eşitsizliği daha da büyüdü, dünyada demokrasiler değil ama şoven rejimler güç kazanmaya başladı.

Sınırlandırılan emek hareketleri milli sınırlardan taştı ve kaçak göçmenler olarak hepimizin başına patladı. Sosyal Bilimciler nerede yanılmıştı? Aslında yanılan bütün sosyal bilimciler değildi, ancak Liberal – Küreselci görüşte olanlardı. Küreselleşmeye temkinli yaklaşan Şüpheciler işlerin bu şekilde gelişeceğini daha sürecin başlangıcında söylemekteydiler. Ana akım iktisatçıların bakış açısında Küreselleşme’nin problemlerini görememelerinin temel sebebi genel kabul gören modelin varsayımlarında yatmaktaydı. Bu varsayımlara göre ülkeler arası teknoloji farkları, sermayenin sektörlere göre farklılaşması ve emeğin ülkeler ve sektörler arası verimlilik farkları yok sayılmaktaydı. Aynı zamanda teorik olarak küreselleşmenin bütün mal cinslerinde dış ticaret ve bütün faktörlerde uluslararası hareketlilik yaratacağını varsaymaktaydı. Bu varsayımlar pratik gerçeklerle uyumsuzdu. Bu yüzden teorik modellin sonuçları eşitsizliğin azalacağını ön görürken, pratikte küreselleşme eşitsizliğin artmasına yol açtı.

KÜRESELLEŞMENİN MİLLİ DEVLETLERİ ZAYIFLATAN ETKİLERİ

Milli devletlerin gücü milli sınırlar içinde ekonomiyi etkileme ve kontrol etme gücünden kaynaklanmaktadır. Küreselleşme tam olarak bu noktada milli devleti vurmuştur. Sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ve sınırsız bir şekilde dünyayı devretmesi milli devletlerin para ve maliye politikalarının etkinliğini düşürdü. Bilgi ve enformasyonun uluslararası hareketliliği milli devletin istihbarat ağını zayıflattı. Doğrudan dış yatırımın sağladığı avantajlar milli devletlerin planlamadan vaz geçmesine sebep oldu. Bilgi ve enformasyon akışlarının sınırsızlaşması küresel bir tüketici profili oluşturdu. Ülkeler ve kültürler arası sanat, kültür ve yaşam tarzı farkları azalmaya başladı.

Herkes aynı yemeği yer, aynı diziyi seyreder, aynı futbol takımını tutar hale geldi. Küreselleşme milletleri bir araya getiren kimlikleri zayıflatırken, bununla birlikte, etnik ve dini kimliklerin de yeniden parlamasına yol açtı. Etnik ve milli aidiyetler toplum içinde güçlenirken milli devletler de küreselleşmenin etkilerinden korunabilmek için bölgesel gruplaşmalara girdiler. Sonuçta serbest piyasa ekonomisi ve liberal demokrasinin hakimiyetinde tek kutuplu bir dünya yerine ticaret savaşları ve bölgesel paktlarla ayrışan çok kutuplu bir dünya oluştu. Bunun üzerine son 10 senedir dünyanın fakir bölgelerinden sökün eden kaçak göçmenler de eklenince teorinin çıkarımları tamamen çöpe atıldı.

AVRUPADA YÜKSELEN POPÜLİST SAĞ

Başta Avrupa olmak üzere Küreselleşme sürecinin sonucu olarak ortaya çıkan milli kimliğin yıpranması, gelir ve servet eşitsizliğinin artması, kaçak göçmen istilası gibi sosyolojik ve iktisadi etkenlerin siyasi sonucu popülist sağın yükselmesi oldu. Popülist sağ siyasetin en önemli argümanları olarak AB müktesebatına karşı tutumları, kaçak göçmenlere duyulan tepkileri dillendirmeleri ve finans kapitale karşı duruşları gösterilebilir. Bu üç etken yukarıda anlattığım Küreselleşme sürecinin doğal sonuçlarıdır. Popülist sağın yükselmesinde bir başka unsur da siyasetin merkezinde yer alan partilerin değişen toplumsal şartlara uygun siyaseti üretememesi, toplumun ihtiyaçlarını görerek onlara yönelik politikalar geliştirememesi, hatta bütüncül olarak bakarsak Küreselleşme sürecinin pasif bir aparatı haline gelmeleridir. Artan eşitsizliğin, azalan sosyal güvencenin, artan toplumsal şiddetin yarattığı etkileri ortadan kaldırmak şöyle dursun, bu etkileri arttıracak şekilde seyirci kalmaları kitleleri popülist sağ partilere doğru yönlendirmiştir. Toplumsal olaylara çözüm üretirken olayların sonuçlarını ortadan kaldırmaya çalışmak yanlış bir yöntemdir.

Doğru çözüm olayların sebeplerini ortadan kaldırmaktır. Küreselleşmenin kendisi değil ama çarpık yapısı, özellikle büyük küresel şirketlere, finans kapitale ve emperyalist devletlere avantaj sağlayan mekanizmalar ortadan kalkmadıkça çelişkiler devam edecektir. Bütün dünyada gelir ve servet eşitsizliğini ortadan kaldıracak ortak önlemler alınmadıkça ne terörün, ne iç savaşların ne de kaçak göçmenlerin önünü alabilirsiniz. Dünyadaki sermayeyi az gelişmiş ülkelerin kalkınmasını finanse etmek için kullanabilirsiniz. Küreselleşme sayesinde bütün ülkelerin ticarete katılabileceği, küresel toplumun emperyalist beş ülke tarafından değil bütün ülkeler tarafından ortaklaşa yönetilebileceği, cehalet, fakirlik ve despotizmle etkin bir şekilde mücadele edilen bir dünya yaratmada faydalı olabilir. Dünya Bankası ve IMF yapısı değiştirilerek sadece Atlantik Merkezli Emperyalist Gücün değil bütün insanlığın çıkarına çalışacak hale getirilebilir. Birleşmiş Milletler gerçekten bütün bir dünyanın parlamentosu haline gelebilir. Bütün bu saydıklarım size hayal gibi gelebilir ama hepsi insan iradesiyle yapılabilecek işlerdir. Ancak ülkelerin siyasi otoriteleri genelde uzun vadeli yapısal problemlere kısa vadeli geçici çözümler üretmek eğilimindedir. Böyle olunca da problemler zaman içinde büyümektedir. Ne diyelim, herkesin hepimizin ortak çıkarları için akl-ı selim ile karar almalarını dileyelim.