İSLAM DÜNYASI İSLAM'I TERK ETTİĞİ İÇİN Mİ GERİ KALDI?

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
İslâm Dünyası'nın 18'inci Yüzyıldan itibaren Batı emperyalizmi karşısında gelişmede geri kalmasının nedenlerini dört yazıdır açıklamaya çalıştım.

 İlk yazıda bir giriş yaptım ve İslâm Dünyası’nın geri kalmasının sebebinin İslâm dini olmadığını, hiçbir dinin ne ilerlemeye ne de gerilemeye yol açmayacağını söyledim. İkinci yazıda geri kalmanın en temel bileşeninin İslâm Dünyası’nın kendi doğasına özgü bir sermaye birikim rejimi, bireysel özgürlükler ve piyasa mekanizması kuramaması olduğunu vurguladım.

Üçüncü yazıda geri kalmanın bir başka sebebi olarak İslâm toplumlarında sınıf bilincinin oluşmaması ve sınıf mücadelesinin yenileyici etkisinden uzak olmalarını ekledim. Dördüncü yazıda ise İslâm toplumlarının milletleşememesi ve bu toplumlarda vatandaşlık bilince dayalı bir milli şuurun gelişmemesini geri kalmanın bir başka nedeni olarak gösterdim. Aslında bu dört neden farklı sosyal bilimciler tarafından savunulur ve eldeki bilgilere dayanarak söyleyebiliriz ki her dört neden de gerçeği açıklayıcı niteliktedir. Buna rağmen, farklı dünya görüşündeki sosyal bilimciler birbirleri ile sert tartışmalara girdiler ve bu dört görüş sanki birbirinin rakibi imiş gibi davrandılar.

Halbuki saydığım bu dört neden de birbirini doğuran ve birbirinden beslenen nedenlerdir. Aralarında karşılıklı bağımlılık ilişkisi vardır. Bu dört görüş gerçeğin farklı yüzlerini gösterirler ve birbirlerini tamamlarlar. Kısaca açıklayayım isterseniz: Sermaye birikimi, bireysel özgürlükler ve piyasa mekanizması olmadan ne sınıf mücadelesi, ne demokrasi ve halk iradesi ne de milletler oluşabilirdi. Sınıf mücadelesi olmadan sanayi toplumu modern bir köleci topluma dönüşür, girişim gücü sıfırlanır, demokrasi kuvvetlenmez ve milli şuur oluşamazdı. Milletleşme, vatandaşlık bilinci ve milli şuur olmasa ne kapitalizm, ne demokrasi, ne de sınıf mücadelesi olurdu. Batılılar sanayileşme, bireysel özgürlükler ve piyasayı, sınıf mücadelesi, demokrasi ve vatandaşlık bilinci ile birlikte geliştirdiler. Bunları eş anlı olarak geliştiremediği için de İslam ülkeleri geri kaldılar. Bu yazıları yazdıktan sonra farklı tanıdıklardan bazı eleştiriler geldi. Bu eleştirilerin özünü tek bir cümlede özetleyeyim…

“İslâm Dünya’sının geri kalmasının sebebi tabii ki İslâm Dini değildir, hatta aksine, İslâm Dini’nden, onun emir ve tavsiye ettiği ahlâk, yaşam tarzı, değer ve normlardan uzaklaşıp Batılıları taklit etmemizdir.”

Bu görüş Türkiye’deki geniş milliyetçi – mukaddesatçı kitle tarafından genel kabul gören bir düşünceye dayanır. Herkes Allah’ın emrettiği ve Peygamberimizin yaşamından örnek vererek öğrettiği gibi İslâm’ı yaşasa bütün bu sorunlar ortadan kalkar, gelir ve servet dağılımı eşitsizliği olmaz, İslâm ülkeleri Batı karşısında gizli veya açık esir konumuna düşmez, dünyaya yön vermeye devam ederlerdi. Burada sıklıkla örnek olarak Asr-ı Saadet / Mutluluk Çağı gösterilir. Ben bu görüşe ne karşıyım, ne de taraftarım. Çünkü bu görüşü savunanların İslami değerler denince anladığı ile benim anladığım arasında farklar var. Bugün bu farkları açıklamaya çalışacağım.

“İSLAMİ DEĞERLERE GÖRE YAŞAM” NE ANLAMA GELMEKTEDİR? 

Rahmetli Şerif Mardin Hoca’nın tâbiriyle “bizim muhafazakâr mahallede” İslâmî değerlere göre yaşam bir tabu haline gelmiştir. Bunu en uç örnekleriyle, biraz abartarak özetleyeyim: Herkes beş vakit namaz kılarsa, içki içmezse, faizli işlerden uzak durursa, Kur’an okumayı öğrenirse, çocuklarını bu ahlâk üzerine yetiştirirse, Batılı toplumların “sapkın” alışkanlıklarından uzak durursa ideal bir Müslüman hayatı yaşar. Buraya kadar katılırım: Her din mensupları için bir ahlaklı yaşam rehberi sunar. Müslüman için de bu rehber İman ve İslâm’ın şartları, 32 ve 54 farzla özetlenir. Ancak böyle yaşayınca Batı’ya nispetle geri kalmayacağımız, hatta onlardan daha ileride olacağımız iddiası abesle iştigaldir. Bu kardeşlerimize sorulur: Batı sömürgecileri İslâm’ın kurallarına göre mi sömürgecilik yapıyorlardı da başarılı oldular? Kapitalizmi kuran Batılılar beş vakit namaz mı kılıyordu? Milli iradeyi yönetimin temel kaidesi haline getiren Fransız ve Amerikan Devrimlerinde ki liderler, sözgelimi Robespierre ve Franklin Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat mezhebine mi mensuplardı? Bunlar gibi yüzlerce soru üretebiliriz. 

Bu bakış açısındaki yanlışlık, insanların günlük hayatlarındaki yaşam tarzı ve tüketim kalıplarının üretim tarzını belirleyeceği gibi bir saplantıya sahip olmalarıdır. Bizim muhafazakâr mahallenin dokunulmaz gördüğü tabulaşmış kavramlardan biri de “Asr-ı Saadet’tir.” Asr-ı Saadet Peygamber Efendimiz ve Dört Halife dönemlerinin toplu adıdır. İnanılır ki, bu dönem bütün insanlığa örnek olması gereken erdem ve faziletlerin yaşandığı bir dönemdir. İslâm Tarihi kitaplarına bakmadan, o dönemdeki iktidar, güç ve servet kavgalarını öğrenmeden basit ahaliye merdiven altı cemaat hocaları tarafından bu hayal satılır. Halbuki çıplak gerçek öyle değildir: Peygamber Efendimiz dönemi bir tarafa bırakılırsa Asr-ı Saadet, içinde Cennet’le müjdelenmiş 10 sahabenin de bulunduğu, güç ve iktidar kavgalarıyla doludur. Hz. Ebûbekir 2,5 senelik halifeliğinde kanlı isyanlarla karşılaşmış ve dönemi iç savaşlar dönemi olmuştur. Yine de şanslıymış ki, yatağında ölmüş. Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz Ali suikastlere kurban gitmişlerdir. Cemel Savaşında bir yanda Peygamberimizin eşi Hz Aişe, Aşere-i Mübeşşere’den Hz. Talha ve Hz. Zübeyr varken diğer yanda Hz Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Efendilerimiz vardır. Sıffîn Savaşında sahabe ile sahabe savaşmıştır. Tarihi vesikalar Asr-ı Saadet’in Peygamberimiz sonrasında hiç de mutluluk çağı olmadığını söyler.

Her Müslüman gibi ben de elimden geldiğince, Allah’ın emrettiği şekilde yaşamaya çalışırım. Günah işlersem Allah’tan affetmesini dilerim. Ancak toplumsal ve iktisadi gelişmenin diş fırçası yerine misvak kullanmakla gelmeyeceğini de bilirim. O zaman bu görüşe karşı mıyım? Hayır, değilim. İslâm toplumları İslâm’ın temel ilkelerinden koptukları için bu duruma gelmişlerdir, diyebilirim. Pekiyi, bu durumu nasıl açıklarım? Cevap aşağıda…

KARUN, FİRAVUN, NEMRUT, ZÜLEYHA VE ŞEYTAN OLMAMAK

Allah Kur’an’da Bakara Sûresi’nin ilk beş ayetinde müttakilerin / erdemli kişilerin gayba (kadere ve Allah’ın takdirine) inanan, birbiriyle dayanışma içinde olan ve sahip olduklarından ihtiyaç fazlasını diğer insanlarla paylaşan insanlar olduğunu söyler. Yine hem Peygamberimize hem de ondan önceki peygamberlere, hem Kur’an’a hem de ondan önceki Kutsal Kitaplara (Tevrat, Zebur ve İncil) inandıklarını ekler. Burada aslında Allah iyi örneği anlatmıştır: Allah’a inanan ve bencillikten - İslâmi tabirle nefsaniyetten- uzak, kibre kapılmamış, dayanışmacı ve paylaşımcı bir insan tipi… Pekiyi kötü örnekler var mıdır? Vardır. Allah Kur’an’ın muhtelif yerlerinde Müslümanların benzememesi gereken lanetli tiplerden bahseder. Bu kötü karakterlerin ortak özelliği kibre ve nefsaniyete kapılarak sapkınlığa düşmüş olmalarıdır. Kendi güzelliği ve şehvani arzularıyla kibre kapılıp Hz. Yusuf’a iftira atan Mısır Veziri’nin karısı Züleyha ilk örnektir. Güzelliği ve cazibesi ile kibirlenen insanlardan olmamamız gerektiği öğütlenir. Elindeki iktidar gücüne bakarak kibre kapılan ve ceberrut birer zorba kesilen Firavun ve Nemrut Allah tarafından lanetlenir. Allah her türlü tek adam yönetimi, tiranlık ve zulüm rejimine karşı çıkmamızı emreder. Buradan devlet adamlarının nasıl davranmaması gerektiği anlaşılır. Sahip olduğu servetiyle kibirlenen, yanında çalışanları acımasızca sömüren ve yetim hakkına el uzatan Karun lanetlenir. Buradaki hisse de servet sahibi zenginleredir, Karun gibi olmamaları emredilir. Yaptıkları köprüler, yollar ve gökdelenlerle kibirlenen Ad kavmi, ticarette hile yapıp adam kazıklamayı iş edinen Medyen ve Eyke kavmi, ahlâksız yaşamlarını kendileri yaşamakla kalmayıp diğer insanlara da zorla dayatan Lut kavmi, şehvet ve güç hırsı ile kardeşini öldüren Kabil… Bu gibi örnekler hep Müslümanlara nasıl olmamaları gerektiğini söyler. En kötü örnek ise bilim adamları ve aydınlara verilen örnektir: İlminiz ile kibirlenmeyin buyrulur, eğer bilginizle kibre kapılırsanız Şeytan gibi olursunuz, denir.

Pekiyi İslâm ülkelerinin hâli nedir? Allah’ın lanetlediği bu örneklerdekinin bire bir benzerleri bugünkü Müslüman toplumlarda bolca bulunmaktadır. Nemrut ve Firavun gibi diktatörler, Karun gibi para babası sömürücü kodamanlar, Züleyha gibi şehvet düşkünleri, Kabil gibi kardeş katilleri ve benzerlerinden bolca bulunmaktadır. İslâm ülkelerinin hemen hemen tamamı Âd Kavmi ve Medyen ve Eyke kavimlerini hatırlatmaktadır. En tehlikelisi de ilmi ile kibirlenip Allah’ın barış ve sevgi yolundan uzaklaşanlar ve toplumlar içinde tefrika çıkarıp bölücülük yapanlardır ki, onlar da Şeytanlaşanlardır. Müslümanlar Allah’ın yapma dediklerini yaptıkları için bu haldedirler. Pekiyi bu yazıda yazdıklarım diğer dört yazıda yazdıklarımla çelişir mi? Hayır… Adil ve eşitlikçi toplum, vatandaşlık bilincine, bireysel özgürlüklere sahip ve hukuka saygılı bireyler, emeğinin hakkını bilen ve savunan sınıf bilincine sahip ahlâklı ve cesur insanlar.

Allah adildir… Allah’ın yapma dediklerini yapan Müslümanlar geri kalırken, Allah’ın emirlerini kısmen de olsa uygulayan Batılılar ilerlemiştir. Vesselâm…