ÜNİVERSİTE MEZUNLARIMIZDA "BURHAN ABİ SENDROMU"

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Gülse Birsel'in toplumsal gözlem yeteneğini senaryo ve kurgu zekâsıyla birleştirmesinin en başarılı örneği ise Burhan Altıntop yâni "Burhan Abi" karakteridir.

Türk televizyon târihinde en çok iz bırakan diziler sayılacak olsa ilk beşe muhakkak girecek olan Avrupa Yakası adlı dizidir. Hemen hemen her karakteri birer fenomen olan Avrupa Yakası’nın videoları Youtube’da hâlâ seyredilmektedir. Gülse Birsel’in toplumsal gözlem yeteneğini senaryo ve kurgu zekâsıyla birleştirmesinin en başarılı örneği ise Burhan Altıntop yâni “Burhan Abi” karakteridir. Engin Günaydın’ın doğaçlama yeteneği sâyesinde bu karakter dizinin “Nişantaşı eleştirisi” misyonu yerine getirmiştir.

Ben de üniversite okudum!

Burhan Altıntop’un şu repliği dizinin jenerik müziğinde bile tekrarlanmıştır: “Ben de üniversite okudum. Ben de Nişantaşı çocuğuyum.”

Bu iki cümle Burhan Abi’nin kendini olduğu gibi değil de, olduğundan başka, olmak istediği ve öyleymiş gibi gösterme çabalarının başarısız olduğunun ifâdesidir.

Burhan Altıntop, örgün bir üniversite eğitimi almamıştır veya alamamıştır. İmkânsızlar içinde, aksanlı bir Türkçe ile Avrupa Yakası gibi bir dergide “idarî müdür” olabilmiştir. Ama bununla yetinmez. Hiç bilmediği, sâdece dışarıdan gördüğü ve özümseyemediği kültürü yaşamak ister. Sanki o kültür yaşamak için üniversite diploması sâhibi olmak ve o kültürün yaşandığı Nişantaşı gibi yerlerde oturmak yeterlidir, diye düşünür.

Burhan Abi’nin yaptığı her hareket, göze batar. Evinin dekorasyonundan yaptırdığı cilt bakımına kadar hiçbir şey üzerine oturmaz. Anadolu kültüründe yeri olmayan kadınlı erkekli ortamlarda, samimiyet ve laubalilik dengesini tutturamaz. Kutlamaların, dâvetlerin, gezilerin doğal üyesi değildir. Hatta dergi çalışanları çoğu kez ona haber vermezler. Bunu öğrendiğinde de “Ben de üniversite okudum, ben de Nişantaşı çocuğum” şeklindeki tepkisini ortaya koyar. 

Oysa onun yaşamak istediği hayat için duvara astığı diplomadan ve ikâmetgâh adresinden daha fazlası gerekmektedir ve bu Burhan Abi’de yoktur. Bunun olması için Burhan Abi’nin üniversite ve kampüs kültürünün olduğu bir üniversitede okuması, dört yılını acısıyla tatlısıyla o üniversitenin sınıf ve koridorlarında geçirmesi, derslere girip ders dinlemesi, not tutması, vize ve finallere arkadaşlarıyla çalışması, yurtlarda ya da öğrenci evlerinde yaşamış olması ve daha birçok gereklidir. Ama Burhan Abi bunları yaşa(ya)mamıştır. Bunu yaşamaması veya yaşayamamasında ayıplanacak bir şey yok. Ayıplanacak ve üstüne oturmamasına sebep olan şey Burhan Abi’nin “öyle yaşamış gibi” yapmasıdır.

Burhan Abilerimiz

Geçen pazartesi günü (18 Temmuz 2022) üniversite giriş sınavının sonuçları açıklandı. Yüzbinlerce gencimizin hangi üniversiteye ve hangi bölüme girdiği/giremediği büyük ihtimâlle belli oldu.

Üniversite tanıtım fuarlarındaki tecrübe dayanarak söyleyebilirim ki, üniversite adayı öğrencilerinin büyük çoğunluğu “kendi istediği” bir bölüme değil de, “puanı yüksek”, “popüler”, “iş garantili” veya “evine yakın” ve “âilesinin istediği” üniversiteleri ve bölümleri tercih etmektedir. 

İnsanın hayâtının en önemli dönüm noktalarından biri olan üniversite öğretimine böyle sebepleri göz önünde tutarak karar vermek ya bölüm değişikliğine ya da üniversite “uzatarak” bitirmeye sebep olmaktadır. Çünkü bu sebeplerle kayıt yaptırılan bölümlerin derslerine gelmek, ilk günleri heyecanı geçince, zorlaşmaktadır.

Yirmi yılı geçen akademisyen hayâtımda şu cümleleri öğrencilerden çok duydum ve duyuyorum: 

- Pazartesi sabahı saat 9’da ders mi olur?

- Öğle yemeğinden hemen sonra ders mi olur?

- Cuma günü öğleden sonra ders mi olur?

- Bu havada (karlı ya da çok sıcak) ders mi olur?

Tamâmen profesyonel hayat için okunan üniversitede bu tür yakınmaların olması hiç de mantıklı değildir. Çünkü mezun olup iş hayâtına atılanların “Pazartesi sabahı saat 9’da işe gidilir mi?” demek gibi bir lüksleri yoktur.

Burada bir anımı anlatmak isterim. Sabah saat 9’daki derslere sürekli geç gelen bir öğrencime bir gün şunu sordum: “İşe girdiğinde mesaiye geç kalırsan ne yapacaksın?”. Öğrencinin verdiği cevap onun iş hayâtında “Burhan abi sendromu” yaşayacağının bir belirtisiydi. Şu cevâbı verdi: “Patronu arayıp geç geleceğimi söylerim.” İş hayâtını, geç kaldığında sınıfa girmek için sâdece “girebilir miyim?” denilen bir ortam zannediyordu. Ne yazık ki, böyle düşünenlerin sayısı hiç de az değil.

“Öğrencilik” yapmadan “mezun” olmak

Derse sâdece yoklamaya imza atmak için gelen, derse gelip uyuyan, “hoca görmüyor” zannedip ders sırasında cep telefonuyla oynayan, yanındaki arkadaşıyla konuşup dersin konsantrasyonu bozan, sınava sâdece fotokopiciden aldığı notlardan çalışan, slaytlara çalışıp sınavda geçer not alacağını zanneden, dönemin son iki haftası ders gelip geride kalan on iki haftayı telâfi edeceğini zanneden öğrenciler “gerçek üniversite mezunu” değildir. 

Herhangi adlî bir suç işlemediği sürece er ya da geç mezun olup diploma aldı diye kendini üniversite mezunu zannedenlerin sayısı giderek artmaktadır. Maalesef bu kişiler “üniversiteli işsiz ordusu”na katılmaktadır. Çünkü üniversitedeyken öğrencilik yapmadıkları için, üniversiteyi bitirmelerine rağmen “gerçek mezun” olamamışlardır. 

Başkaları yüksek maaşlı iş bulurken, onların nasıl bir öğrencilik yaptığına bakmadan, sâdece diploma üzerinden kıyas yaparak “Ama ben de üniversite mezunuyum” deyip yakınmak çözüm değildir. Çözümü devletten beklemek ise kolaycılığın sürdürülmesidir. “Mâdem devlet üniversite açmış, beni okutmuş; bana iş de bulacak” beklentisiyle hayal kırıklığı yaşayanların züğürt tesellisi “Türkiye bir mühendis kaybetti” paylaşımını yapmaktır.

Türkiye bir mühendis kaybetmişmiş!

Böyle düşünenler aslında Türkiye’ye değil kendilerini düşünmektedir. Ama hepimiz bilmeliyiz ki Türkiye bir şey kaybetmez. Hiç kimse vazgeçilmez ve alternatifsiz değildir.  Zâten üniversitede hakkıyla öğrencilik yapmadan – maalesef – diploma alanların da ülkeye verecekleri pek bir şey yoktur.

İkâmetgâh adresini zengin bir muhite aldırıp orada üç dört katı fiyatla iki odalı bir ev kiralamakla “sosyetik” olunmadığı gibi, üstünde bir üniversitenin adı yazan bir kâğıtta bir ismin yazması “diploma sâhibi” yapar ama o ismin sâhibini  kimseyi “üniversite mezunu” yapmaz. Böyle davranmak da sâdece Avrupa Yakası gibi komedi dizilerinde (rol gereği) başarı getirir.