MİLLİYETÇİLİK DOSYASI – II: MİLLİYETÇİLİK, IRKÇILIK VE SAĞ POPÜLİZM

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Milliyetçilik dosyasının ikinci yazısı…

Milliyetçilik dosyasının ikinci yazısı… Sosyal medyada takip ettiğim hesaplarda insanların benim katılmadığım bir görüşte mutabakata varmak üzere olduğunu gözlemledim: “Milliyetçiler ayrımcı, şiddet taraftarı ve demokrasi düşmanıdır.” Tabiî bu arkadaşların çoğu kendini “sol” veya “liberal sol” olarak tanımlayan kişilerdir. Bu görüşün yayılmasında, elbette, Sinan Ateş cinayeti sonrası suskun kalan MHP yönetimine kendi teşkilatının verdiği tepki de katkı sağlamıştır. Ancak temel itibariyle bu görüşü savunanların ciddi bir bilgi hatası içinde olduğunu söyleyebilirim: Milliyetçilik ve ırkçılık aynı kaynaktan gelir gibi görünse de, aslında, taban tabana zıttır. İçinde yaşadığımız küreselleşme sürecinde ırkçı siyasi hareketler dönüşüp farklılaşarak sağ popülist siyasi hareketlere evrilmişlerdir. Bunlar da, klasik anlamda, milliyetçi söylemle zıt ilkelere sahiptirler. Bugün bu üç görüş arasındaki farklılıkları anlatacağım.

ONDOKUZUNCU YÜZYIL SANAYİ BURJUVAZİSİNİN İDEOLOJİSİ: MİLLİYETÇİLİK

Bir önceki yazımda milliyetçiliğin millet tanımına bağlandığı, bu tanımın da egemen siyasi rejim tarafından şekillendirildiğinden bahsetmiştim. Buna göre sanayileşen ve şehirlileşen ülkelerde zaman içinde şehirde yaşayan, şehir kültürüne intibak etmiş ve sermaye sahibi olan kesimler burjuva olarak adlandırılmaktaydı. Kapitalist bir ekonominin başat egemen sınıfı da burjuvaziydi. Milli devlet ülkenin burjuvazisinin istediği ve ihtiyaç duyduğu doğrultuda örgütlenmiş ve kendi vatandaşlarını da (kul veya tebaa değil) eğitim ve kültür politikaları yoluyla yeni bir toplumsal birime dönüştürmüştü. Bu birim milletti. Yani milli devlet kendi vatandaşlarına belli ortak değerler vererek bu değerler etrafında milleti yaratmaktaydı.

Her milli devlet millet tasarımında aynı ölçüde başarılı olmadı. Bunda egemen siyasi rejimin tanımladığı ortak milli değerlerle vatandaşların kültürel ve tarihi bagajlarında getirdikleri değerlerin örtüşmemesi etkili olmaktaydı. Bu birinci etkidir. İkinci etki sürdürülebilir bir kalkınma ve istikrarlı bir büyüme ortamı sağlanamamasıdır. Üçüncü etki de, devletin adalet ve eşitliği yeterince tesis edememesidir. Bu üç olgu vatandaşların milli devlete ve dolayısıyla devlet tarafından tanımlanmış millete aidiyetini belirleyen olgulardır. Eğer bir devlet vatandaşlarının tarihi ve kültürel değerlerini ihmal etmeden ortak milli değerleri tanımlar, istikrarlı bir büyümeyi eşitlik ve adaleti bozmadan sağlarsa, o zaman, vatandaşlar da kendilerini o millete ait hissederler. Millet inşasında başarılı devletler bu üç kriterin en az ikisini yerine getirenlerdir.

Milli devletin başarılı bir şekilde milleti inşa etmesi, doğal olarak, milliyetçilik ideolojisinin de filizlenmesine yol açar. Ancak her şeyden önce, o ülkede hatırı sayılır bir kapitalistleşmenin ve şehirlileşmenin gerçekleşmesi gerekir. Eğer sanayileşme ve kapitalistleşmede geri kalmış bir ülkede millet inşa edilmeye çalışılırsa, bu, merkezi siyasi rejime daha büyük güçlükler çıkaracaktır.

Bütün bu anlatılanlar bağlamında milliyetçilik belli başlı özelliklere sahiptir: kapsayıcılık, sekülerlik ve demokratlık. Bu üç özelliği içeren ve ülke yönetimini milli iradeye dayandıran, bütün vatandaşların refah düzeyi ve esenliğini arttırmayı amaçlayan ideoloji milliyetçiliktir.

Milliyetçilik kapsayıcıdır çünkü milleti oluşturan vatandaşları ırkına, dinine veya zümresine göre ayrıştırmaz. Ortak kimlik vatandaşlıktır. Doğal olarak milliyetçilik devletin vatandaşlarını içerir, vatandaş olmayanların esenliğini, başka ülkelerin vatandaşlarının refahını dikkate almaz.

Milliyetçilik sekülerdir yani gerek değişen yaşam tarzının dini norm ve değerlere bağlılığının azalması gerekse milli devletin idaresinin milli irade doğrultusunda olması gerektiği savunusu milliyetçiler için toplumsal örgütlenmede din adamları ve dini kurumların aktif bir şekilde yar almasının reddedilmesini gerektirir. Din ortak kültürel değerler ve dolayısıyla ortak milli değerlerin belirlenmesinde önemlidir ama yönetim ve toplumsal örgütlenmede aktif role sahip değildir. Hiçbir milliyetçi dini değerlere karşı değildir ama dini kurumların hayatı belirlemesine de taraftar olamaz.

Milliyetçilerin demokrasiden başka bir idare savunması da düşünülemez. Çünkü bütün milliyetçi hareketler despotlara, tek adam yönetimlerine, monarşi ve oligarşilere karşı milli irade savunusu olarak ortaya çıkmıştır. Haddi zatında gerek teokratik gerekse otoriter rejimler ortaçağ toplumlarının ekonomi politiğinin sonucunda oluşmuş norm ve değerlere dayanır. Milliyetçilik ise sanayileşmiş ve şehirlileşmiş modern toplumun norm ve değerlerinin yansımasıdır.

YİRMİNCİ YÜZYIL BATI TOPLUMUNUN HASTALIĞI: IRKÇILIK

Irkçılık çıkışı itibariyle Batı toplumları kökenlidir. Ancak Batı dışı toplumlarda da görülebilir. Irkçılığın temeli millet tanımı yerine ırk tanımının ikame edilmesine dayanır. Irkçılığın ana fikri, insan topluluklarının kültürel, toplumsal ve iktisadi farklılıklarını genetik farklılıklara dayandırmasıdır. Bir ırkçı kendi ırkını diğer ırklarda üstün görür, genelde her ırkçı kendi ırkının en saf ve temiz ırk olduğu düşüncesine sahiptir. Irkçılığın milliyetçiliğin yerini almasında iki temel etken olabilir: Mevcut ırkçı düşünce ya gelişmiş bir toplumda ortaya çıkmıştır ya da devletsiz bir toplumda ortaya çıkmıştır. 

Çoğu Batı milletleri yirminci yüzyılda etnik olarak homojen yapıdaydılar. Fransa ve İngiltere gibi sömürgeci geçmişi olanlar da sömürge kökenli insanları aşağı görme, ABD gibi köleci toplumlarda köleleri aşağı insanlar olarak görme veya devletleşmesi gecikmiş ama genetik olarak homojen sayılabilecek Almanya veya İtalya gibi toplumlarda millet tanımının etnik kökene dayandırılması farklı ırkçı anlayışların doğmasına yol açmıştır. Burada belirleyici şey, bahsedilen Batı toplumlarının on dokuzuncu yüzyıl sonu itibariyle gelişmiş ve sanayileşmiş toplumlar olmasıdır.  Sömürgeci ve köleci toplumların ekonomi politiği köle emeği veya sömürge gelirlerine dayandığı için devlet tarafından tanımlanan millet daha çok “efendi ırk” anlayışı üzerine inşa edilmiştir. İtalyan Faşizmi ve Alman Nazizmi ise geç devletleşen ve geç milletleşen toplumlar olarak kimlik ve aidiyet inşasını hızla etnik değerler etrafında kurdular.

Batı dışı toplumlarda ırkçılık milli aidiyeti oluşturacak bir devletin varlığından yoksun olunduğu için ırk ve/veya kurumsal din etrafında örgütlenmeyle ortaya çıkmaktadır. Bunların en önemlisi Siyonist ideolojidir. Siyonizm’de İbrani ırkçılığı Yahudi dini ile iç içe geçmiştir. Benzeri bir durum Osmanlı’dan bağımsız olmak için örgütlenen Sırp, Ermeni ve Yunan milliyetçiliklerinde de görülmektedir. Burada kiliseler aynı zamanda etnik ayrımcılık güden terör örgütleriyle iç içe geçmiş vaziyetteydi.

Irkçılık milliyetçilikten iki yönden farklılaşır: Irkçılık kapsayıcı değil dışlayıcıdır ve demokrat değil otoriter yönetimleri savunur. Bir milletin içinde bulunan etnik unsurlardan birini diğerlerine üstün kabul etmek ve diğerlerini milletin dışında kabul etmek milleti birleştirmez aksine parçalar. Benzeri şekilde tek adam, tek parti veya oligarşi yönetimleri millet iradesinin reddine dayandığı için milliyetçilikle örtüşmez. Sekülerlik ayağında, yukarıda da belirtildiği gibi, bazı ırkçı hareketler dini örgütlerle eklemlenmiş durumdadır. Ama diğerleri seküler karakterdedir. Burada bence ayırıcı nokta dini kurumların örgütlenme yapısıdır. Yahudi dini, Sırp ve Yunan Ortodoksluğu ve Ermeni Gregoryenliği milli inanç sistemleridir. Öte yandan Katolik Kilisesi, milli değil küresel karaktere sahiptir. Bu yüzden Katolik ülkelerdeki ırkçılar Kilise’yle örtüşemezler.

Yirminci yüzyıl ırkçılığı milliyetçilikten sınıfsal olarak da farklı karakterdedir. Milliyetçilik üst sınıf ideolojisi iken, ırkçılık kırsal kesimin ve şehirli orta sınıfların ideolojisidir.

21‘İNCİ YÜZYILDA LÜMPEN PROLETARYA’NIN İDEOLOJİSİ: SAĞ POPÜLİZM

Son dönemde ortaya çıkan seçimli otoriter rejim veya illiberal demokrasi taraftarları olarak tanımlanan, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde küreselleşmeye olan tepkiyi yansıtan, popülist ekonomi politikaları ile birlikte yumuşatılmış ırkçı veya dinci ideolojileri savunan siyasi hareketler genel olarak sağ popülizm şemsiyesi altında toplanabilir. Özellikle gelişmiş Batı toplumlarında yabancı düşmanlığı ve İslamofobi’nin yükselmesiyle birlikte şehirlerin varoşlarında yaşayan, meslek sahibi olmayan ve şehirlileşememiş lümpen proletarya bu hareketlerin ana seçmen kaynağını oluşturur. Popülist sağ her şeyden önce bir düşman tanımlar: dış güçler, üst akıl, vatan haini elitler ve benzeri. Kitle psikolojisini kullanarak lümpen proletaryayı bu nefret söylemi ile bir araya getirir.

Sağ popülist hareketler milliyetçilikle iki noktada çelişir: Kapsayıcı değil dışlayıcıdır, özellikle okumuş ve beşeri sermaye sahibi vatandaşlar “elit” olarak damgalanır; cahil lümpen proletarya ise “halk irfanına” sahip olmakla övülür. Bu milliyetçilikle taban tabana zıttır. Öte yanda sağ popülist hareketler seküler değil ama hurafelerle ve orta çağ anlatılarıyla süslü popüler dini söylemleri seçim sloganı olarak kullanırlar. Sağ popülist hareketler görünüşte demokrat olmakla birlikte, seçimle gelmek dışında demokrasiyle pek uyumlu değildirler.

Bugün özellikle –cahil demeyim- yeterli bilgi sahibi olmayan sol kesim ırkçılığı ve sağ popülizmi milliyetçilikle karıştırmaktadır. Bu özellikle Türk solunda çok yaygındır. Türk milliyetçiliğini ekonomi politiğiyle Pazartesi anlatacağım.