KRİZ ZAMANLARINDA DEĞİŞİM FIRSATLARI

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Diğer canlılar bu durumdan kurtulmak için göç ederken insanoğlu olarak bizler, eğer yer değiştirmez, belirsizliklere sebep olan durumdan kurtulmaz ya da bu duruma alternatif üretemezsek travma yaşarız.

Krizlerin yâni belirsizliğin hâkim olduğu dönemler - olumlu ya da olumsuz açıdan - değişimlerin çabuklaştığı ve yeniliklerin çabuk kabul edildiği dönemlerdir. Çünkü belirsizlikler ister bireysel ister toplumsal seviyede olsun zayıflık ve acziyet hissedilen zamanlardır. Bu, her canlının en önemli güdüsü olan güvenlik hissinin tatmin edilmediği, canlının kendini emniyette hissetmediği zamanlardır.

Diğer canlılar bu durumdan kurtulmak için göç ederken insanoğlu olarak bizler, eğer yer değiştirmez, belirsizliklere sebep olan durumdan kurtulmaz ya da bu duruma alternatif üretemezsek travma yaşarız.

Bu yüzden bu belirsizliği giderme konusunda en küçük bir ihtimâl vaad eden seçeneklerin peşinden gitmeyi tercih ederiz. Bu tercih birçok defa felâketle sonuçlanabilir. Yâni yağmurdan kaçarken doluya tutulabiliriz.

Ama daha büyük ve özellikle toplumsal belirsizliklerde, târihte birçok büyük ismin ortaya çıktığı sorunlu dönemlerde olduğu gibi, başka zamanlarda dikkat çekmeyecek kişi ve yenilikler büyük değişikliklere sebep olurlar. Örneğin Hz. Mevlânâ, Anadolu’nun Moğol istilâsının pençesinde olduğu bir dönemde değil de, Yavuz Sultan Selim zamânında yaşasaydı acaba bu kadar etkili bir isim olur muydu? Ya da Mustafa Kemâl Atatürk, 20. yüzyılın başlarında değil de 18. yüzyılın başlarında yaşasaydı sâdece Mustafa Kemâl Paşa isimli sıradan bir paşa olmaz mıydı?

Konuyu kendi târihimizin dışından iki örnekle daha da anlaşılır hâle getirebiliriz. Birincisi, Sanayi Devrimi sebebiyle tarım ve hayvancılığa dayalı geleneksel hayat tarzının değişmesiyle ortaya çıkan sosyal belirsizlik karşısında Avrupa toplumuna çözüm sunduğunu iddia eden Saint Simon ve August Comte’un Pozitivizm anlayışı ve Sosyoloji bilimidir. Din ve felsefenin yerini alacağı düşünülen “ideoloji” özellikle Jakobenler tarafından itibarsızlaştırılınca imdâda (!) Sosyoloji - Toplumbilim - yetişmiş ve belirsizlik içinde kıvranan topluma, “neler olup bittiğini” anlatma işlevini üstlenmiştir.

Eskiden Hristiyanlığın yaptığı görevi üstlenme gibi ağır bir iddia ile ortaya çıkan ve “Bilim Kilisesi” ile bu iddiasını markalaştırmaya çalışan Pozitivist Sosyoloji, kısa sürede “fâre doğuran dağ” durumuna düşse de, târihteki yerini almıştır. Tâkip eden yakın yıllarda ortaya çıkan Marx, Weber, Durkheim, Freud gibi isimleri de aynı belirsizliğin farklı vechelerine çâre olma iddialarıyla tanıdık.

Bunlar ve benzeri diğer isimler 19. yüzyılda değil de, Sanayi Devrimi’nden önce, mesela Rönesans öncesi Avrupası’nda yaşasalardı, şimdi kendilerini tanır mıydık? Belki o yıllarda çok daha büyük fikirlere sâhip isimler yaşadı ama şartlar onların fikirlerinin kabul edilmesine müsâit değildi.

İkinci örnek de yine aynı dönemdeki bir isim ve fikirleridir: Charles Darwin ve evrim. Her ne kadar devrim niteliğindeki eseri Türlerin Kökeni’nin ilk beş baskısında “evrim” kelimesi geçmemesine rağmen, kitabın ilk baskısı birkaç gün içinde tükenmiş ve Darwin’in fikirleri İngiltere’deki kardinaller tarafında savunma yapmaya davet edilmesini gerektirecek kadar dikkat çekmişti. Çünkü toplum üzerindeki etkisi kaybolan Hristiyanlığın topluma verdiği cevaplar da yetersiz kalıyordu. Bu cevaplar daha önceki yıllarda da çok tatmin edici değildi aa artık ayakta zor duran bu hegemonyayı yıkacak darbe anca vurulmuştu.

Şimdi olsaydı?

Günümüzdeki bilimsel ortam açısından düşünüldüğünde August Comte ve Darwin bugün yaşasa ve potansiyel olarak benzer etki yapacak kadar devrimsel fikirler ortaya koysalar sonuç ne olurdu?

Geçmişle ilgili “acaba” ve “keşke” olmadığı gibi, geçmişin günümüzde nasıl yaşanacağını tahmin etmek de kolay değildir. Ama şunu iddia etmek mümkündür ki, August Comte’a en büyük muhalefeti sosyal bilimciler; Darwin’e en büyük itirazları da doğa bilimciler yapardı. Bunun sebebi günümüzde o zamanki kadar büyük belirsizlikleri yaşanmaması ve bilim dünyâsında bu kadar büyük çözüm beklentilerinin bulunmamasıdır.

Bu görece belirsizliklerin olmaması durumu ve bilimin muhkem yapısı, heves kırıcı olabilir. Bunları “dükkânı kapatalım” anlamında söylemiyorum. Örneğin kendi akademik alanım olan sosyoloji ve antropolojinin “babaları” diye bildiğimiz isimlerin, kendi toplumlarının hiç de üst tabakalarından, hiç zorluk çekmeden bu ünvânı kazanmadığını hatırlatmak isterim. Hatta birçoğu II. Dünya Savaşı’nın yıkıcı şartlarında hayatta kalmasını sağladıkları fikirleriyle bugünlere gelmiştir. Althusser, Foucault, Derrida, Ronald Barthes, Sartre, Camus gibi yirminci yüzyılının düşünce çevrelerine damga vurmuş isimlerin, başkenti ve yarısından fazlası Nazi işgâline uğramış Fransa’dan çıkmış olması, günümüzün küresel dünyâsında entelektüel sancılar çeken bireylere önemli bir mesaj olarak anlaşılmalıdır.

Şimdinin sorunları karşısında

Yukarıda adı geçen isimler fikirlerini ve sorunlara çözüm yollarını ortaya attıklarında, ortalık “çözüm aranıyor” diye ilânlar yoktu. Bu isimler sorunları fark edip sorunsal hâline getirebildiler. Önce sorunu elle tutulur hâle getirdiler, sonra çözümü önerilerini sundular. Bu öneriler kabul gördü, itiraz edildi ama sonuçta alternatiflerin sunulmasına kapı açtılar.

Günümüzde suçu ve günahı belli yıllar arasındaki nesillere atmak için onlara “X”, “Y” veya “Z” gibi isimler verilerek geçiştirilmeye çalışan birçok sorun var. Bu nesiller büyüyünce sorunların çözüleceği zannediliyor. Bu tavır, doktora gitmeyince hastalığından kendiliğinden iyileşeceğini zannetme gafletine benzemektedir.

Aslında devir tam da yeni fikirlerle ortaya çıkıp bunların sınanarak güçleneceği bir devirdir. Daha da önemlisi zaman iki yüz yıl öncesine kıyasla daha hızlı geçmekte ve sorunlar bizim onlara çözüm bulmamızı beklememektedir. Çözüm bulacağımız sorunlar, onlar çözülmeyecek hâle gelmeden hızlı davranacağımız sorunlardır. Yıllar sonra anılacak isimler de bu çözümleri bulanlar olacaktır.

Kısa, orta veya uzun vâdeli olsun sorunlar ardıardına geliyor. Kısa vâdeliler çözülmeden sosyal bilinçaltımızın halısının altına süpürülüyor. Her ne olursa olsun sorunları bir hekim gibi teşhis edip tedâvi yöntemlerini bir kenara yazanlar, geleceğe yatırım yapıp seneler sonra zengin olanlar gibi değerli olacak. Belki yüzlerine değil ama mezar taşlarının önünde onlara teşekkür edeceğiz.

Adını sosyal medyanın hızla dağılan bulutuna değil de, insanlık târihine yazdırmak isteyenler (sadaka-yı câriye diye bir şeye inanmasalar bile) günümüz insanının içinde kıvrandığı sorunlardan hiç olmazsa birine çözüm bulursa, göçük altından günler sonra birini canlı çıkarmak gibi, paha biçilemez bir hayır işlemiş olacaklar.