İLMİ NOKTAYKEN ÇOĞALTMAK NASIL BİR CEHÂLETTİR?

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Hz. Ali söylemiş olsun ya da olmasın, bu söz üzerinde durup düşünmemiz gereken bir mesaj barındırmaktadır.

Hz. Ali’ye atfedilen şu sözü seneler önce ilk duyduğumda pek anlamamıştım: “İlim bir nokta idi, onu câhiller çoğalttılar.”

Zaman içinde bu sözün içinde farklı anlam katmanlarını idrak etmeye çalıştım. İlmi bir nokta iken câhiller çoğalttıysa, bunun kötü bir şey olduğu çıkarımını yapıp çoğaltılmasında neden bir mahsur olabileceği konusunda kendi içimde tam mutmain olamadım. İlim, bilgi, bilim gibi kavramların çoğaltılması, herkese ulaştırılması neden kötü bir şey olsun ki!

Hele hele bunu hem ilmin hem de Hz. Ali’nin önemi ve değeri vurgulayan “Ben ilmin bahçesiyim, Ali de bu bahçenin kapısıdır” hadis-i şerifiyle birleştirince, Hz. Ali’nin ilmin câhiller tarafından çoğaltılmasının bir ihtar gibi vurgulamasının çok katmanlı bir anlamı olmalıydı. Acaba Hz. Ali, ilmi bir nokta olarak tanımlarken ne demek istemişti? İlim, târihsel bir değer olmadığı ve zamanlar üstü bir öneme sâhip olduğu için bu sözü bizim zamânımızda nasıl anlaşılması gerekir? İlim, cehâletin zıt kavramı ise, câhiller ona müdahale edecek ve ona zarar verecek kadar ona nasıl yaklaşabilirler? Yoksa ilim sâdece bilmek demek değildi ve daha ileri seviyedeki bir idrak mı gerektiriyordu?

Hz. Ali söylemiş olsun ya da olmasın, bu söz üzerinde durup düşünmemiz gereken bir mesaj barındırmaktadır. Bugün (17 Ocak 2021, saat: 10:30) TRT Radyo-1’de yapımcılığını ve sunuculuğu yaptığım İnsan ve Anlam programında konuğum olan Prof.Dr. Nabi Avcı ile cehâlet kavramını konuştuk. Sohbetimizin dönüp dolaştı ve Hz. Ali’nin bu sözüne geldi.

Nabi Hoca, iletişim alanında klâsik bir başvuru kaynağı olan Enformatik Cehalet adlı eserinin kapak tasarımında “cehalet” kelimesinin yanındaki noktanın kitabın mesajını özetlediğini söyledi. Kapakta nokta ile özetlenen içeriği de şöyle açıkladı:

İlim, hikmete götürmezse cehâlete götürür

Günümüzde özellikle iletişim araçlarının insanın tâkip kabiliyetinin çok üstünde bir hızla gelişmesi sebebiyle, bilgi hiç olmadığı kadar kolay yayılabilir ve kolay ulaşılabilir bir hâle gelmiştir. İnsanın işine yarayacak olan, yâni insanın muhakeme yapmasına imkân verip onu hikmete götürecek olan bilgi, günümüzde enformasyon seviyesinde dolaşımdadır. Ancak bununla da kalmayıp daha alt seviyeye inmekte ve “veri” (İngilizcesiyle söylersek, “data”) olarak karşımıza çıkmaktadır.

Veri dediğimizin şeyin seviyesini yükseltmek ve hikmete ulaştırmasa bile önemsenmesini sağlamak için “Büyük veri” (İngilizcesi “big data”) olarak adlandırılsa da, istemesek bile gözümüzden, kulağımızdan giren bu veri bombardımanı, esas bilmemiz gereken ve ihtiyâcımız olan bilgiye ulaşmamızı ve onun farkına varmamızı engellemektedir. Bize bilgi gibi gözüken bu kadar veri ve mâlumat sanki bir bulut gibi, ilmin ve bilimin önüne geçmekte ve onu gölgelemektedir.

İlim, veri ve mâlumat bulutunun arkasında kaldığı için, güncelliği birkaç dakikalık veriler bile bilgi zannedilmekte ve gerçek bilgiyi işleyip onu ilim ve hikmete dönüştürecek beynimiz ve idrâkimiz bilgi çöplüğüne dönüşmektedir. Bu çöplük içinde, hiçbir filtreden ve elekten geçmeyen veriler çabucak güncelliğini kaybedip bayatlamakta ve kokuşmaktadır. Mesela iletişim imkânlarımızı iyileştirmek ve hayâtımızı kolaylaştırmak için satın aldığımız akıllı telefonlar, internete bağlı olduğumuz her an, yapılan paylaşımlar, dâhil olduğumuz gruplardan gelen mesajlar, reklamlar, “siz değerli müşterimiz” diye başlayan otomatik aramalar, “son dakika” diye gözümüze sokulan haberler, “silinmeden izle” diye önemli gibi gösterilen sıradan olaylar içinde, acıkan, uykusu gelen, yorulan, dikkati dağılan ama yine de sorumluluklarını ve sosyal hayâtını devam ettirme durumundaki canlılar olarak biz insanlar, kendi hayâtımızı kendi elimizle ve bile isteye yaşanmaz hâle getiriyoruz.

Yâni aslında bizi mutlu edecek, bize huzur verecek ve bunlar için yeterli olan bilgi, bir nokta kadarken, insanlar el birliği ile onu çoğaltıyor ve taşınamayacak kadar ağır ve işe yaramaz bir yük hâline getiriyoruz. İşin tuhaf ve kötü tarafı, bütün bu gereksiz şeyleri, daha çok bilmek, daha çok öğrenmek, daha çok bilgi sâhibi olup hayâta çok yönlü bakmak adına yapıyoruz.

Anlamını kaybeden bilgi

Her gün alışverişe çıkıp, yeni aldığı kıyâfeti giymeye veya yeni aldığı eşyâyı kullanmaya zaman ve fırsat bulamayan, ama yine de alışveriş yapmaya devam edip kısır döngüye düşen insanlardan pek farkımız kalmıyor. Yüzlerce kıyâfeti ve ayakkabısı olduğu hâlde, dolabın kapısını açıp dakikalarca ne giyeceğini düşünen ve “giyecek bir şey kalmamış” diye sızlananları tanımlamak için “câhil”den daha iyi bir sıfat bulabilir miyiz? 

Kıyâfetlerin ve eşyâların satın alınma ve edinilme amacının dolaplarda durmak olmadığı gibi, bilgi de beynimizi sâdece doldurmak ve dahası beynimizi çöplük hâline getirmek için öğrenilmez. Bilgi bu amaçla edinilirse, içinde sonsuz enerji saklayan bir atom çekirdeği gibi yer kaplamasa da işe yaramak yerine, patlayıp etrafa yayılır ve gereksiz yere çoğaltılmış olur. Bunca çokluk yâni kemmiyet içinde kalitenin yâni keyfiyetin varlığını sürdürmesi mümkün değildir.