HAKİKATİN GERÇEĞİNE ULAŞABİLMEK

Prof. Dr. Fahri ERENEL
Tüm Yazıları
Dünya tarihini kendi menfaatleri doğrultusunda yazan güçlerin istediği şekilde tarihi gerçekler tahrif edilir. Bu gerçekler için bir mağdur yaratılır. Bu mağdurlar aslında birer kullanışlı aparattır. Yunanistan ve Ermenistan bu tür aparatların birer örneğidir.

Yunanistan bugüne kadar izlediği politikalarla Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’ni hasım ve işgalci olarak görmüştür. Tarihi gerçekler, aynen sözde Ermeni soykırımı safsatasında olduğu gibi saptırılır ve safsata gerçek olarak algılanmaya başlanırsa “Hakikatin Gerçeğine” hiçbir zaman ulaşabilmeniz mümkün olmaz. Çabalarınız yetersiz kalır.

Dünya tarihini kendi menfaatleri doğrultusunda yazan güçlerin istediği şekilde tarihi gerçekler tahrif edilir. Bu gerçekler için bir mağdur yaratılır. Bu mağdurlar aslında birer kullanışlı aparattır. Yunanistan ve Ermenistan bu tür aparatların birer örneğidir. Uluslararası hukuk ve tarihin gerçeklerinin bir anlamı yoktur bu ülkeler ve aparatları için. Anlaşmaların, bu güç ve aparatlarına uymayan bölümleri, Paris ve Lozan anlaşmalarında olduğu gibi kağıt üzerinde kalır. Bunlara gelin, tarih komisyonları kurarak tarihçilere bırakalım bu konuları derseniz bile asla yanaşmazlar. Gerçeklerle asla yüzleşmek istemezler. Gerçeklerin sert bir şekilde yüzlerine vurulması mağdur rolünün ellerinde alınması anlamını taşır. O zaman ABD, Fransa, İngiltere gibi ülkeleri yanlarına nasıl alabilecekler ve ortak bir düşman yaratabileceklerdir. Bu olumsuz yaklaşım bu ülkelerinde işine gelmektedir. Sahte düşmanların varlığı veya yeni sahte düşmanlar yaratılması savunma sanayi çarklarının işlemesi ve para kazanmalarının yolunun açılması demektir.2021 yılı askeri harcamaların 2.1 trilyon dolara yükselmesi silah satış ve alışlarının hız kesmeden devam etmesi sürekli sahte düşman yaratılması çabalarının bir sonucudur.

Siyaset, yalan ve hakikat arasındaki ilişki pek çok düşünür tarafından tartışılmıştır: Hannah Arendt’e göre, yalan siyasi erdemler arasında sayılmamaktadır; ancak yalan, siyasette bir koşul olarak kabul edilmektedir. Peki yalan gerçekten siyasetin özünde bulunur mu? Arendt bu soruyu şu biçimde sorar: "Dünya yıkılsa da adalet yerini bulmalı mıdır?" Arendt’in buna cevabı evettir: "Fiat Justitia, pereat mundus" der. Yani "Adalet yerini bulsun, gerekirse Dünya yıkılsın." Arendt’e göre adaletten yoksun bir dünyada yaşamak anlamsızdır.

ÖRGÜTLÜ YALAN

Arendt, modern ve klasik olmak üzere, yalanı ikiye ayırır. Asıl tehlikeli olan ve Arendt’in de üstünde durduğu, modern yalandır. Modern yalan, örgütlü yalandır; küresel bir manipülasyonu içerir. Klasik yalanda, yalan tamamen her alana yayılmamıştır, yalancı da yalanının farkındadır. Bu durum yalancıyı kemirir, bu klasik yalanı modern yalana göre daha zararsız yapar. Modern yalanda ise yalan, tüm alana yayılır; yalan söyleyen bile artık neyin hakikat olduğunu bilemez. Bunun nedeni, modern yalandaki manipülasyondur. Bu manipülasyonla olgular yok edilir ve bir imaj yaratılır. Klasik yalanda sadece hakikat gizlenir; ama modern yalanda bir yok etme ve yaratma eylemi vardır. Bundan dolayı modern zamanda yalancı dediğimiz birey, eylemde bulunan bir bireydir çünkü hakikati gizlemekle kalmayıp yeni bir hakikat (yalan) yaratmaya çalışır.

Yunanistan ve Ermenistan’ın yaptıkları, tam anlamı ile modern yani örgütlü yalandır. Elbette desteklerinde ki güçlerin himayelerinde yarattıkları yeni bir hakikattir.

Yunanistan, 1876-1946 yıllarını kapsayan 120 yıllık bir devrede 8 defa Türkiye’den toprak parçaları kopararak sınırlarını genişletmiştir. Yunanistan yüzölçümünü 120 yılda 5.7 kat arttırmıştır. 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs Barış Harekatı gerçekleştirilmemiş ve genişleme sınırlandırılmamış olsaydı yüzölçümü daha artabilecekti.

Yunanlılar adalar konusunda tarihi gerçekleri saptırarak örgütlü yalana başvurmaktadır. Osmanlı Devleti adaları Yunanlılardan değil, savaşarak Venedik, Ceneviz ve Rodos Şövalyelerinden almıştır. Türkiye’nin kıyılarına yakın adalar ise 1923 ve 1946 yıllarında İngiltere, Fransa, Rusya ve İtalya gibi devletlerin desteği ile Yunanistan’a geçmiştir. Yunanistan bugünlerde Türkiye’ye yakın olan adaları kullanarak karasularını 12 mile çıkarmak ve Türkiye’yi Ege Denizinde çok dar bir alana hapsetmenin hesaplarını yapmaktadır. Girit ve Rodos adasında yapılan tatbikatlar bunun göstergesi gibi düşünülebilir. Türkiye’ye yaklaşık 19 km, Yunanistan’a 390 km uzaklıkta olan Rodos adasını Türkiye’nin tepkisini ölçmek için bir tuzak olarak kullanmak isteyeceği değerlendirilmektedir. Halen Ege denizinde uygulanan karasuları genişliği 6 mildir.

SAVAŞ NEDENİ

Aslında Lozan Anlaşması ile 3 mil olarak belirlenen karasuları genişliğini Yunanistan, Türkiye ile ilişkilerin geliştiği bir süreci değerlendirerek gerçekleştirdiği bir hamle olarak görmek gerekir. Günümüzde, Yunanistan BM Deniz Hukuku Sözleşmesine dayanarak karasularının genişliğini 12 mile çıkarmak istemekte, Türkiye ise bunu savaş nedeni olarak saymaktadır. Diğer taraftan Yunanistan, adalarında kendi karasuları olduğunu belirtmekte, Türkiye ise adaların Anadolu coğrafyasını doğal uzantısı oldukları ayrı bir karasuları olamayacağı düşüncesini vurgulamaktadır.

Bu aşamada, Yunanistan’ın, Ege Denizinde karasularını genelde 12 mile çıkarması pek mümkün görünmemektedir. Ancak, tek bir ada özelinde yeni yalanlar üreterek Rodos adasının karasularını 12 mile çıkardığını ilan edebilir. Bu suretle Türkiye’nin Akdeniz’e çıkışının önünü kesmek ve BM Deniz Hukuku Sözleşmesini uyguladığını ileri sürerek zaten hep yanında olan uluslararası kamuoyunun desteğini alarak Türkiye’yi bir oldu bitti karşında bırakabilir. Diğer bir hamlesi ise Ege Deniz’inden Akdeniz’e Türkiye’nin çıkışını kısıtlayacak şekilde Girit adası hamlesi takip edebilir. Bu durum Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi zayıflatma hamlesi olarak görülebilir.

Yunanistan, sürekli Megali İdea yalanı adı altında Türkiye’den toprak taleplerini sıcak tutmakta, kendi ve uluslararası kamuoyunu örgütlü yalanları ile arkasında yer almalarını sağlamaya çabalamaktadır. Türkiye, bu konuda sessiz kalmamalıdır. Yalanlarla değil, bu adaların bir gün asıl sahibi olan Türkiye’ye geçeceğini ve hatta bu bağlanmayı ada halkının kendilerinin isteyeceğini her ortamda vurgulamalıdır.