​BİLGİ VE BİLİNÇ

Ümit G. CEYLAN 13 Nis 2023

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Bilgi olmasaydı ne, nasıl, niçin sorularını sormayı akıl eder miydik?

Bilgi âlemin hamurudur. İnsan aklı da bu hamurun mayalandığı yerdir. Bilgi olmasaydı ne, nasıl, niçin sorularını sormayı akıl eder miydik? Bilgi insan tarafından ele alınıp yoğurulup mayalanıp hazır hale getirilir. Ancak bilgi öylece orada kalmaz. Bilgi zihinden zihne sürekli mayalanır ve yeni bir bilgiye evrilir. Bilgi homojen değildir. Bilgi herkesin zihninde bir başka şekil alır. Bilgi bütün insanlığın kullanımında olan en önemli varoluş kaynaklarından biridir. İnsan bilgisiz yaşayamaz. Bilgisiz yaşamak ancak aklı baliğ olmayan için mümkündür. Aklı başında olan sorumluluk sahibi her insanın bilgi ile hemhâl olma yükümlülüğü vardır. Bunun için de en önemli mekanizma düşünmedir. 

Bilgiden bilince

İnsanın varlık arayışı düşünme ile başladığı kesindir. Düşünme eylemi insana has bir yaratılış özelliği olması nedeniyle, insanın kendi içinden başlayan bir uyanış ile birlikte, çevreye yayılan bir anlama yolculuğudur. Bu nedenle bilgiden maksat bilince ulaşmaktır. Yani bilginin kökenindeki hakikati bulma ve bu hakikat ile dünyayı, insanlığı mamur etme görevi, insanın asli görevidir. Tek başına bilgiyi bulmak sentezlemek ondan türlü türlü araçlar oluşturmak insanın zaten olagelen doğal bir fonksiyonudur. Ancak insan etrafını güzelleştirmekle yükümlüdür. İnsana bilgi bunun için gereklidir. İnsan iyiliğin peşindedir. İnsan güzeli görmek ister. İnsan doğru yolu arar. Bilgi insana iyi, güzel ve doğruyu bulmak için aracıdır. Bilinç zihne alınan bilgilerin iyi, doğru ve güzel filtrelerinden geçirilerek insanın kendini iç dünyasında keşfetmesidir. Kendini bilen Rabbini bilir işte bu noktada başlar. Bilinçli insan kendi dâhil yaratılmış her şeyi, özünü bozmadan bilgiyi kullanarak üzerine insanlığı inşa eder vesselam.

IŞIL IŞIL

ftk

Camiiler, sokaklar, evler her yer çocuklar gibi ışıl ışıl. Ramazan geldi gidiyor. Son günlerine girmişiz, ne çabuk. Çocukların ruhunda bir ışıltıydı bu ay. Hepimizin içine sızdığı kadarıyla da ışıl ışıldık bu Ramazan. Hep böyle kalabilsek; bir asrı saadeti hep yaşayabilsek. Ancak insanlık anladığı ve ruhuna geçirebildiği kadar ışıltıdan payına alabiliyor. Kabınca ışıtıyor kendini. Bir de öyle insanlar var ki, kendi ışıltısı kabına sığmıyor, taşıyor ve etrafını aydınlatıyor. Etrafına ışıltı saçıyor. Kiminin gözü kamaşıyor, rahatsız oluyor. Kimi ise ışıltıya gark oldukça doymuyor. Gözleri ışıl ışıl olan insanlardan korkmayalım. Onların görevi ışıltıyı yaymak. Işıltı yağmuruna şemsiye açılır mı hiç? Kim karanlıkta kalmayı seçer ki!? Hayatın bütünü sonsuz seçenekler arasından seçim yapmaktır. Seçimlerin sonucu belli ama insan yine de kendi kaderin seçimini yapar ve ışıltı yerine karanlığı seçebilir. Onlar için üzülsek de biz yine onlara ışıltı olmaya devam edelim. Olur ya! Belki bir çatlak açılır ve ışıltı o çatlaktan içeriye girmeyi başarır. Neden olmasın. Işıltının gücü insanı kör de eder tam tersi karanlıktan da kurtarır. 

NURGÜL AKTAŞ

BİR ÇADIR BİN PAYLAŞIM

Hoş geldin 11 ayın sultanı demiştik. Zaman su misali öyle akıyor ki şimdi Ramazan’a veda etmeye hazırlanıyoruz. Ramazan’ı Şerif ayına veda etmeden önce paylaşmanın bir arada olmanın bize kattığı güzelliklerden, iyiliklerden bahsetmek istiyorum. Evet, bedenen kendimizi dinledik ne kadar şükretmemiz gerektiğini bir kere daha öğrendik, manevi olarak kendimizi güçlendirdik. Ama bir şey daha var ki o da bu güzel ayda paylaşmanın ne kadar değerli olduğunun farkına vardık, aynı masada sevdiklerimizle iftar açmanın huzurunu paylaştık, belki de hiç tanımadığımız insanlarla aynı masada oturduk, birbirimizin gülümsemesini paylaştık. Elimizdekini paylaşmanın ne kadar değerli olduğunu gittiğim bir iftar çadırında gördüm. Ne kadar kıymetlidir elinde var olanı paylaşmak. Ramazan ayı bereketiyle gelir, bir bakmışsınız birken beş olur. İftarımı bir iftar çadırında açmak istedim bu hafta. Benim için gerçekten kıymetli bir deneyim oldu. Yolumu Beykoz'a düşürdüm. Beykoz belediyesinin yapmış olduğu iftar çadırına gittim. Özenilmiş güzel bir iftar çadırıydı. İnsanın kendisini değerli ve özel hissetmesi çok farklı bir duygudur. O iftar çadırında bunu hissettim, oraya gelen insanlara kendini özel hissettiren bir iftar çadırıydı, mübalağa ettiğimi düşünebilirsiniz ama manzarasıyla ve düzeni ile gerçekten çok hoştu. Çorbasından tatlısına kadar her şey yer alıyordu masamızda. İftarımızı dualarla, birlik ve beraberlik içinde ellerimizi semaya açarak amin dedik. Dilediğimiz ne varsa gerçekleşsin bu mübarek ayda. Öte yandan bu ay aslında aç kalma ayı değil “hemen ezan okunsa da yesem” dememeliyiz. Bu ay rahmet, bereket ve paylaşma ayı. Dinimiz yardımlaşmaya ve dayanışmaya önem verir. Bir hadisi şerifte “Kim bir oruçluyu iftar ettirirse, oruçlu kadar sevap kazanır. Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmez.” (Tirmizî, Savm 82) oruç tutana da onu yedirene de faydası gözetilir.  

Biz Türk milleti olarak da yedirmeyi seven bir milletiz. İftar çadırlarının kurulması hiç tanımadığımız insanlarla aynı sofrada oturup orada iftarımızı açmak bizi mutlu eder. İftar çadırında zengin, fakir diye bir ayrım yoktur herkes aynı sofrada yer alır. İlk iftar çadırı 1995 yılında Üsküdar’da kurulmuş. Ortaya çıkış amacı da Ramazan Ayı’nı idrak ettirmek ve Ramazan’ı çocuklara anlatmak. Üsküdar belediyesinin başlatmış olduğu iftar çadırını daha sonrasında farklı belediyelerde devam ettirerek günümüze kadar geldi ve hala da devam ediyor. İftar çadırı bizim kültürümüzü de yansıtıyor. Sadece Türk milleti iftar çadırlarına gelmiyor. Bölgede bulunan turistler de iftar çadırına gelip kültürümüzü tanıyorlar ve misafirperverliğimizden tatmış oluyorlar. Peygamber efendimiz paylaşmanın önemini vurgulamıştır. Hadisi şerifte “Kimin yanında iki kişilik yemek varsa üçüncü bir kişiyi, dört kişilik yiyeceği olan beşinci ya da altıncı kişiyi misafir etsin!” (Buhari, Mevakit, 41) Paylaşmak bazen aynı sofrada yemeğimizi birlikte yemektir bazen gülümsememizi paylaşmaktır. Hayatımızdan sevgi ve muhabbetimiz hiç eksik olmasın. 

BİRSEL ALVER YAZICI

HATIRLA BENİ

KİRALIK DAİRE

Sana uzun süredir sokağımın sessizliğinden, apartmanımdaki o derin boşluktan bahsetmek istiyorum sevgili okur. Her Ramazan iftar vaktine ve sahur vaktine okunan o ezanın içimde çalkaladığı asıl boşluktan bahsetmek istiyorum.

Eğer bir yolun varsa ve yoldaysan asıl yolu o vakit oluşturmaya başlıyorsun. Yoldakiler ve yoldakilerle, kimi arkanda kalır; senin yolunu yürümekten usanır, kimi senin menziline gözünü diker; senden önce oraya varır. Kalabalık yolunun yalnızı olur, kendin kendine şaşarsın.

Ben onu yolda buldum. Bu yazıyı yazmama sebep onun bir yaz günü alt kattaki kiralık daireye talip olmasıdır. Yazın değişen kaderimizin ve kesişen hayatlarımızın, yolumuzun bir olmasıdır onu bizim apartmana kiracı olarak taşınması. İki çocuklu ve yalnız bir kadındı.

Derin hüzünlere şahit olduğunu gözlerinden öğrendim.

Çalışan annelerin en büyük dramlarından biridir Mübarek Ramazanın yaza gelmesi. Çok geç saatlerde okunan ezan için koştur koştur eve gelir oruç tutmaya heves eden çocuklarıma “eyvah yetişemeyeceğim” telaşesini de peşimde sürüklerdim. Neticede o dramı yaşayan çalışan kadınlardan biri de bendim. Bu telaşe beni bir gerginliğe sürükler ardından iftara az vakitler kala sabrımı iyice sıfıra indirirdi. Eve sinir küplerimle beraber girerdim. Ta ki o bizim apartmanı şenlendirene kadar. 

Meğer Allah bize bir mucize göndermiş…

Çocuklarım çocuklarıyla arkadaş olup onun sofralarında yer edindiler kendilerine. Elinde, avcunda olmayan insanın yüreğinde paylaşacak ne çok şeyi vardı. Tek başına çalışıyordu, kirada oturuyordu ve çocukları küçücüktü. Pişirdiği iki kişilik yemeğini mahalledeki tüm çocuklara yedirir, hepsini tıka basa doyurur, üstüne yemeğini arttırır bir de “bacım bende mercimekli bulgur pilavı var, eğer yemeğin hazır değilse vereyim” derdi. 

Kaç kişi dünyayı onun tok gözüyle görebilirdi ki…

Sahura kadar çocuklarım onun evinden çıkmaz, orda yemeklerini yiyip eve çıkarlardı. Rahatsızlık vermelerinden çekinirdim. Ama geç saatlere kadar izledikleri filmlerden, oynadıkları oyunlardan, yaptıkları yumurtalardan, pizzalardan onların ne kadar eğlendiğini ve ne kadar mutlu olduklarını görürdüm.

İçinde merhamet taşıdığını paylaşmayı bilmesinde öğrendim. 

Yıllarca geçti ekmeği çocuklarımın kursağından, çocuklarımız beraber büyüdü. Yıllarca üzerimizde görünmeyen emeği oldu. Desem ki ne çok hakkın geçti “ne hakkı bacım git oradan ben onları çok seviyorum” der, hakkı geçen onca emeği emekten saymaz…

Birkaç yıl oldu o gideli, o boşluk açılalı birkaç koca yıl oldu. Allah’tan uzak bir yere gitmedi de hâlâ görüşebiliyoruz. Bu süre içinde kocaman oldu kızlarımız artık kızlarımızın hazırladığı sofralarda daha az telaşeli oluyoruz. Evde ne tatlısı yapsa kızım ayırıp “buna dokunmayın bu Esen ablamların ” diyor. Ne pişse payıma düşen yine geliyor masama…

Sebepsiz ve devamlı sevmeyi de ondan öğrendim, başkalarının çocuklarına nasıl anne olunur ’u öğrendiğim gibi…

Ey içinin sızısından, yüreğinin safından, koca merhametinden öptüğüm canım dost…

Şimdi söyle bana bu ezanlar, hakiki yalnızlıkların boşluğunda daha kaç vakit yankılanır…

Sen yine de elinin bıraktığını yüreğiyle bırakamayan biri gibi hatırla beni sevgili okur. Kendi merhametini başkasında görünce sevinen,  içi bayram çocuklarına dönen biri gibi hatırla beni… 

Kiralık dairelerin değil, kiralık kalplerin sahibi olarak hatırla, yolumuzu aşanlarla değil, ardımızda kalanlarla değil, uzakta olup içimizde kalanlarla, kalabalıkların yalnızları olarak hatırla sevgili okur, sesim bir boşluğa avaz olsun. 

ELİF SABIR 

HUZMELER

Gecenin tabiatıyla fazla meşguliyet gündüzlerin hakkını layıkıyla teslim etmemekle neticelendi. 

Tüm aşırılıklar kendini itidal üzere zannederken hudutlar varlıkları ile ifrat ile tefritin gözünü açtı. 

Ve artık huzmeler hayattan söz hakkı isteyip ışığı nispetince şöyle dedi:

Adaletin teminindeki katkını görmezden gelemezsin! 

Elini altında kalacak korkusuyla taştan esirgediğin her an ufacık taşlarla ölümcül yaralar alacaksın.

Neyden korkuyorsan korkmaya devam et. Çünkü korkunun haddi aşmayanı, yürürken temkini öğütler.

Cesaretin ve hakikat anlayışın hadsiz korkularına galebe çalsın.

Sen doğrulmak fikrine sahip çıkmazsan atacağını söylediğin adımlar atamadıklarından sayılacak! 

İyi kalmaya devam etmek için mesuliyetinin icabını yerine getir. Ve bu mesuliyet ki, iyi ve güzel olanı muhafaza maksadıyla başkalarının gözünde kötü gözükmeyi göze almayı dahi telkin edebilir!

Yol ayrımlarında ömür tükettiğin sürece esas menzillere ulaşmak muhal. Seçmediğin yollarda gözün dahi kalsa kararını verip baş koyduğun yolu hakkıyla yürü! Yürü ki mesuliyetinin icabı yerine gelsin!

“Bu saplandığım bataklık da ne böyle” deme! “Bataklıktan ne devşirilir?” diye sorarken aklına karanlıklar sayesinde parlayan yıldızlar gelsin! 

Tabiatı sorularına muhatap kıl,  tabiatın şehadetiyle cevapları kendinde bulacaksın! Yalnızca görmek cesaretine sahip çık, kâfi!

Bazı şeyler zamansız bir lisanla konuşacak, onları duymakta sağır olma! Zira ebedi olanın anahtarı bu lisanı konuşanların gönlünde saklı. 

Hakikati daima gönlünde bulacaksın, aksi yerlerde aradıkların ömrün beyhude geçen günlerinden sayılacak. “Gönül, Tanrı ocağıdır”, unutma!

Gitmek fikrine vuslatı da dâhil et her daim. Nereye gidersen git, döneceğin yerin muhasebesinden beri kalma. Ve bilmelisin ki, kendi içine döndüğün her an, hakiki bir vuslat karşılayacaktır tüm gidişlerini.

Yenilgi zannettiklerimizin bazen büyük zaferler manasına gelmesi gibi hariçte olup bitenlerden gözünü alabildiğinde içindeki âlem seni en güzel seyir zevkine davet edecek. Bu davete icabet etmelisin. Zira şimdiye değin gördüklerinin hakikatini orada bulacaksın!

Mesafe kat ettiğini zannettiklerin, yolunun ilk adımını tekrar atmakla sınayabilir. Öfkelenme! Zira olup bitenlerdeki hayrın tecellisi senin tayin ettiğin zamanda olmayabilir. 

Vâki olanın hayra mı şerre mi dair olduğunu en güzel öğreten sabra itimadı eksik etme!  Bırak, sabrına öfke ve pişmanlıklar değil şükür eşlik etsin! 

Huzuruna hiçbir şeyi değişme!

İyinin de kötünün de tabiatını layıkıyla bilmelisin.  Zira kötülüklerin bürüneceği suretlere karşı teyakkuzda olmak zannettiğin kadar kolay olmayacak. Zira insanlar suret-i haktan görünüp incitecek seni. Ve hatta bazen küseceksin yaşamaya. Yaşadıkça öğreneceksin, incinmene rağmen niçin küsmemen gerektiğini. Terazin hassas, kaidelerin muhkem olduğu sürece sırtını yere getirecek kimsenin olmayışı ile gönlün ferahlayacak. Unutma, “Müstakim ol, Hazret-i Allah utandırmaz seni!”

Bazı ayrılıklar, insana çok iyi bildiği şeylerin hakikatini öğretir. Yaşadığın bu hayatı, yalnızca bir ayrılık sancısı olarak görmekten usan! Her anına bir fırsat ve büyük bir değer nazarıyla baktığın her an, niçin burada olduğunu daha iyi anlayacaksın. 

Madem karanlık tüm imkânını konuşturdu, o zaman bırak sözlerin aydınlıkların imkânı peşinde ömür tüketsin!

Tüketilen şey artar mı hiç deme! Zira ebedi olanın sermayesi, bu hayatta tükettikçe artandır.

Ömrün tükendikçe sen kemal bulacaksın. Ömrün güzel yaşanılanı yaşlılığının ne denli kıymetli olduğunu bildirecek sana. Biraz da bu sebeple yaş aldıkça hüzne değil sevince gark olacaksın!

Ve nasıl ki sesinin kısılması, sesin varlığına şüphe duydurtmuyorsa düştüğünde yürümeye dair inancın baki kalacak.

Sesin gücünü içindeki ilahi nefesten alacak. 

Ve söyleyeceksin en güzel şarkını uzun uzun.

MEHMET AKYIL

HACİVAT VE KARAGÖZ REPLİKLERİ

..................................................................   

KÜSLÜK OLMAZ

Hacivat ve Karagöz kadim dost ve arkadaştırlar. Zaman zaman tartışsalar da en sonunda tartışmayı tatlıya bağlarlar. Nedense son günlerde Karagöz az konuşur oldu. Kısa kısa cümleler kurar oldu. Sakın bunun altında bir bit yeniği olmasın! Hacivat doğrudan Karagöz’e sorar;

- Karagöz’üm nedir senin bu hâlin. Dut yemiş bülbül gibisin... Karagöz  hemen  karşılık vermez ve suskunluğunu devam ettirir. Bunun üzerine Hacivat devam eder konuşmaya.

- Karagöz’üm biliyorsun ki tam da konuşma zamanı. Konuş ki demokratik hakkın kimsede kalmasın. Konuş ki yanlışa yanlış, doğruya doğru diyelim.

Karagöz içindeki kırgınlığı bir kenara bırakarak hemen mevzuya mülâki olur;

- Hacivat’ım bu seçim döneminde aday gösterilen var, es geçilen var. Sevinen var, üzülen küskünler var. Biliyorum sen “A” Hizbindesin, ben ise “C”  hizbindenim. İkimiz de hür irademizle baş başayız.  Sonra dedim ki kendi  kendime; herkes tercihini hür iradesiyle belirler. Sert mi geldi, diş mi atamıyorsun o zaman ayvayı taşa vuracaksın. Yumuşatacaksın. Hacivat dayanamaz topa girer gibi söze girer.

- Karagöz’üm ümid ederim ki seçimler yumuşak bir iklimde yapılır. Herkes birbirine hürmette kusur etmez. Kalp kırmaz, gönül incitmez. Karagöz bu duyguyu zaman zaman tatmıştır. Gönül kırıklığı demek yalnız başına kalmak demek. Hem de hüzün demek. 

- Hacivat’ım belki senin haberin yok ki, içimden içimden sana kızgın ve kırgın idim ben. Ayrı ayrı siyasi zihniyetimiz olsa da dostuz biz dedim kendi kendime. Hacivat tebessüm eder bıyık altından. 

- Karagöz’üm her şeyin farkındayım ben. Boş yere canını sıkmışsın sen kendi kendine. Zaman gelir ben sizden, sen bizden olursun da ödeşir gideriz. Hacivat arkadan birkaç mısrayla muhabbeti balla keser.

“ Hür irademizle hepimiz birer ferdiz... Mesele memleket meselesi, reyimizi belirtiriz. Bu mübarek günde asla küsmek olmaz... Bayrak inmez, ezan susmaz vesselam”