ANLAŞILMASI ZOR BİR PADİŞAH: SULTAN I. İBRAHİM HAN (1640-1648)

Dr. Öğr. Enes DEMİR
Tüm Yazıları
Sultan I. İbrahim Han (İbrahim-i Evvel), Sultan I. Ahmed'in en küçük oğlu olarak 1615 senesinde Kösem Sultan'dan dünyaya gelmiştir.

Doğumu ve çocukluğu

Henüz 3 yaşında iken babası vefat eden Şehzade İbrahim, ağabeyleri gibi Topkapı Sarayı’nın Enderun bölümünde ders alarak yetiştirilmeye başlandı. Fakat Şehzade İbrahim’in de büyüme ve çocukluk dönemi, Osmanlı tahtında kısa sürede meydana gelen padişah değişikliklerine sahne oldu. Ağabeyi Sultan IV. Murad’ın tahta geçmesiyle Osmanlı tahtı uzun bir süre sükunete kavuştuysa da Sultan Murad’ın, iki kardeşini öldürtmesi Şehzade İbrahim’i derinden etkiledi.

Sultan Murad’ın erkek evladının olmaması, en küçük kardeşi İbrahim’i hayatta bırakmasına sebep olmuştu. Zira İbrahim’i öldürttüğü ve de kendi çocuğu olmadığı taktirde kendisinden sonra tahta geçecek Osmanlı hanedan üyesi kalmayacaktı.

Buna rağmen yanı başında birçok katil olayına şahit olan ve sıranın kendisine de geleceğini düşünen Şehzade İbrahim’in, bu anlamda evhamlı bir halet-i ruhiyeye büründüğü görülmektedir. Bu şartlar altında İbrahim’in aldığı eğitimin de kendinden önceki padişahlara göre çok ileri seviye de olmadığı anlaşılmaktadır.

Tahta çıkışı ve saltanatının ilk yılları

Sultan I. İbrahim Han, ağabeyi Sultan IV. Murad’ın 8 Şubat 1640’da vefat etmesi üzerine, hayatta bulunan Osmanlı hanedanının tek erkek ferdi olarak tahta cülûs eyleyecektir.

Sultan İbrahim Han’ın tahta çıkmasına dair nakledilen bir bilgi de çok enteresandır. Bu bağlamda dönemin Vezir-i Azam’ı Kemankeş Mustafa Paşa’nın, ağabeyinin vefat ettiğini ve tahta çıkacağı haberini vermek için Şehzade İbrahim’in dairesine geldiğini; bu durumu ilk etapta kendisinin de öldürüleceği şeklinde anlayan İbrahim Han’ın odasından çıkmak istemediği ve “Allah, ağabeyim Murad Han’a uzun ömürler versin. Tahtta gözüm yoktur” sözlerini söylediği ifade edilmiştir. Nihayetinde validesi Kösem Sultan’ın ikna etmesi ve müteakiben ağabeyinin naaşının kendisine gösterilmesi sonucu hakikaten ağabeyinin vefat ettiğine inanmıştır.

Müteakiben hanedanın tek erkek mensubu ve tahtın yegâne sahibi olarak 25 yaşındaki İbrahim Han, yeni padişah/Osmanlı sultanı olmuş ve kendisine biat edilmiştir.

Sultan İbrahim’in tahta çıkışıyla yeniden Topkapı Sarayı’na dönen Kösem Sultan, bir müddet oğlu üzerinde etkisini hissettirmeye çalışmışsa da kısa süre sonra bu oğlu tarafından da devlet işlerinden uzak tutulmuş ve hayal kırıklığı yaşamıştır.

Sultan İbrahim hanedanın geleceğini kurtardı

Sultan İbrahim, Sultan Ahmed’in en küçük oğlu olarak ağabeyi IV. Murad’ın vefatı sonrası tahta çıktığında Osmanlı hanedanının hayattaki tek erkek ferdi idi. Bütün ağabeyleri ile onların çocukları ve amcası da vefat etmişti. Dolayısıyla hanedanın geleceği tehdit altında idi ve bu durum gerek saray erkanı gerekse halk nezdinde endişe oluşturmuştu. Osmanlı hanedan tarihinde 1640’lara kadar ilk defa oluşan bu kritik vaziyet, Sultan İbrahim’e yeni bir sorumluluk yüklemekteydi.

Bu meyanda Sultan İbrahim’in bir an önce erkek çocuk sahibi olması gerekiyordu. Nitekim gerek validesi Kösem Sultan’ın gerek harem görevlilerinin bu konuda padişaha çok fazla ikbal sunmaya çalıştıkları ifade edilmektedir. Zira Sultan İbrahim, tahta çıktıktan sonra herhangi bir şekilde vefat etseydi, henüz daha erkek evladı olmadığı için hanedanın soyu kesilecek ve devlet büyük bir gaileyle baş başa kalacaktı.

2 yıllık bu endişeli vaziyetin ardından Sultan İbrahim’in ilk oğlu Şehzade Mehmed, (Sultan IV. Mehmed) 1642 senesinde dünyaya geldi. Müteakiben padişahın diğer erkek çocukları, Süleyman, Ahmed, Orhan, Cihangir, Selim, Osman ve Murad olmak üzere 7 oğlu daha oldu. Böylelikle hanedanın geleceği büyük bir tehlikeden kurtulmuş oldu.

Sultan İbrahim’in oğullarından Şehzade Mehmed (Sultan IV. Mehmed), Şehzade Süleyman (Sultan II. Süleyman) ve Şehzade Ahmed (Sultan II. Ahmed) kendisinden sonra sırayla Osmanlı padişahlığı yapacaklardır.

Sultan İbrahim Dönemi olayları

Sultan İbrahim’in tahta geçtiği ilk yıllar, özellikle Vezir-i Azam Kemankeş Kara Mustafa Paşa gibi bir devlet adamına sahip olması sayesinde çok başarılı geçmişti. Bu kapsamda padişahın da emir ve desteğiyle Mustafa Paşa, Sultan IV. Murad’ın tesis ettiği, nizam ve adalet düzenini sağlamlaştırma yolunda adımlar atmıştır. Sultan İbrahim’in de bu dönemde devlet işleriyle bizzat ilgilendiği, devlet işleyişine dair sürekli emirler verdiği ve akıl sağlığının yerinde olduğu, iddia edildiği gibi delilikle alakasının olmadığı görülmektedir. Devlet işleyişine olan alakasından ötürü devletin son durumuna ilişkin Koçi Bey’den de bir layiha istemişti.

İbrahim Han devrinde, Sultan IV. Murad döneminden itibaren Vezir-i Azamlığı yürüten Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın bilhassa mali alanda yaptığı reformlar çok önemlidir. Onun bütçe gelirlerini düzenlemesi ve kısması sayesinde devlet bütçesi fazla vermeye başlamıştır. Paşa’nın bu uygulamaları şüphesiz, kendisine düşman kişilerin oluşmasına sebebiyet vermiştir. Nihayetinde kendi işlerine karışıldığını öne sürerek vazifeyi bırakmak istemesi de kabul edilmemiştir. Bunun üzerine kendi otoritesini padişaha göstermek için gösterdiği bazı davranışlar ve bazı askerleri yanına alması onun idamına zemin hazırlamıştı.

Bu süreçte Osmanlı Devleti için uzun bir süredir alınmayı bekleyen, adeta bir kızıl elma olan Girit adasının fethedilmesi gündeme geldi. Nitekim 1645 yılı Nisan ayında toplanan Divan-ı Hümayun, Girit üzerine sefer kararı verdi. Zira Venedik Devleti, burayı üs olarak kullanan Malta şövalye ve korsanlarının Osmanlı gemileri ve topraklarına saldırmasına göz yumuyor, zaman zaman bu ihlaller Venedik’e bağlı birlikler tarafından yapılıyordu.

Sefer kararının verilmesiyle bir donanma ve müteakibinde kara harekâtı planlandı. Bu kapsamda İstanbul’dan Serdar-ı Erkem ve Kaptan-ı Derya Yusuf Paşa kumandasında Osmanlı kara ve deniz birliklerini taşıyan Donanma-yı Hümayun hareket etti.

Girit Adası’na vasıl olunduktan sonra yapılan atışlarla ilk olarak kıyı başları tutuldu ve limandaki kaleler fethedildi. Akabinde harekât adanın merkezine ve büyük garnizonların olduğu kaleler üzerine gelişti. Bu kapsamda Hanya Kalesi Ağustos 1645’te fethedildi. Müteakiben kışın gelmesi üzerine 12.000 civarı asker, fethedilen bölgeleri korumak maksadıyla adada bırakılırken, yeni takviye asker, lojistik ve cephane takviyesi yapılarak bahardaki yeni sefere hazırlık yapmak üzere İstanbul’a dönüldü.

Fakat Hanya Fatihi Yusuf Paşa, Sultan İbrahim’in kendisinden kış mevsiminde Girit’e sefere çıkıp adayı fethetmesini istemesi ve onun da mevsim gereği bunun mümkün olmadığını söylemesi üzerine katledilmesi sebebiyle yeni harekata katılamamıştır.

Deli Hüseyin Paşa kumandasında 1646 yılı bahar ayında başlatılan yeni Girit harekâtı kapsamında 1648 yılına kadar süren 2 yıllık kapsamlı bir harekatla sırasıyla Kisamo ve Resmo gibi adanın önemli kaleleri Osmanlı Ordusu tarafından fethedildi.

Bu süreçte Venedik Donanmasının, Osmanlı Ordusu’nun Girit’te önemli fetihlerde bulunması üzerine İstanbul’dan Girit’e lojistik ikmal faaliyetinin yapılmasını engellemek maksadıyla Çanakkale Boğazı’nı ablukaya aldığı görülmektedir. Sultan İbrahim’in saltanatının son döneminde devlet işlerinden ziyade şahsi işleri yoğunlaşması, Venedik Donanması’nın Çanakkale Boğazı’na kadar gelme cüretini göstermesine karşı etkin bir karşılık verilememesine dahi sebep olmuştu.

Sultan İbrahim’in tahttan indirilmesi ve katledilmesi

Sultan İbrahim’in tahttan indirilmesi sürecine bakıldığında, bu duruma saltanatı süresince bazı aşırıya kaçan davranışlarının sebep olduğu aşikardır. Bu bağlamda kendisinin çocukluğundan itibaren bizzat şahit olduğu ağabeylerinin katledilmesi veya tahttan indirilmesi hadiseleri ruhi durumunu derin şekilde sarsmıştı. Bu hal, onun 8 buçuk yıllık saltanatının özellikle son dönemlerinde bazı garip davranışlar sergilemesine sebep olmuştur.

Özellikle son yıllarında devlet adamlarını keyfe keder cezalandırması ve idam etmesi, dinlediği bir hikâyeden esinlenerek herkesin kendisine somur getirmesi zorunluluğunu ortaya çıkarması, samur getirmeyenlere ağır cezalar vermesi ile kendisinin ruhi sıkıntılarına ve ağrılarına şifa verdiği gerekçesiyle yanına alarak hak etmediği halde kazasker yaptığı cinci hocanın varlığı, devletin idari, askeri, bürokratik ve ilmiye sınıfında büyük rahatsızlık uyandırmıştı.

Ayrıca hareme yönelik keyfi harcamaları ve sayıları 8’e varan ikbal ve cariyeleri için olağanüstü harcamalar yapması da büyük tepkiyle karşılanıyordu. Bu kapsamda her görevliden istenen ek vergiler ve samur hediyeleri, birçok kişiyi çileden çıkarmıştı. Yine devlet kademelerinde liyakat değil iltimasa göre atama yapan Sultan İbrahim, bu anlamda devlet işleyişinde de sıkıntıların doğmasına sebebiyet vermişti.

Sultan İbrahim’in uzun bir süre devam eden ve psikolojik olarak bunalımının da etkisiyle ortaya koyduğu davranışların düzelmemesi, ortak bir devlet aklıyla tahttan indirilmesine sebep olacaktı. Sultan İbrahim’in tahttan indirilme gerekçelerine bakıldığında Sultan II. Osman’ın gerekçelerine göre daha basit gibi gözükse de uygulama, icraat ve padişahın sıhhatli kararlar verememesi açısından Sultan İbrahim’in tahttan indirilmesi, devlet menfaatleri açısından daha makul ve haklı sebeplere dayanıyordu.

Haddizatında Sultan İbrahim’in sadarete getirdiği, Vezir-i Azam Tezkereci Ahmet Paşa’nın uyguladığı birtakım haris tedbirler, Kapıkulu ocaklarının sabrını taşırdı. Yapılan değerlendirmeyle Fatih Camisinde Vezir-i Azam’a karşı başlayan isyan alameti, genişleyerek büyüdü ve padişahın da hallinin istenmesine sebep oldu.

Sofu Mehmed Paşa, isyancılar tarafından Vezir-i Azam ilan edildi. Bu duruma birçok devlet yöneticisi ve görevlisi de destek oldu. Sultan İbrahim’in askerlerin dağılması konusundaki tehditleri işe yaramadığı gibi isyancıların Topkapı Sarayı’na yürümesine ve sarayı kuşatmasına sebebiyet verdi.

Neticede Validesi Kösem Sultan’ın rızası ile Şeyhül-İslam’dan fetva alınarak 8 Ağustos 1648’de Sultan İbrahim tahttan indirildi ve zindana kapatıldı. Yerine henüz 7 yaşına girmemiş oğlu şehzade Mehmed tahta çıkartıldı. Oysa bir İslam devletinin yönetilmesi için bir hükümdarın reşit, yani ekber ve erşed olması lazımdı. Şehzade Mehmed’in 6 buçuk yaşında birçok anlamda erşed olmadığı, haddizatında reşit de olmadığı aşikardı.

Sultan İbrahim’in hapsedilmesinin ardından buradan yaptığı haykırışların Topkapı Sarayı’nı inlettiği ve bu durumdan mütevellid bazı görevliler tarafından kendisinin tekrar padişah yapılması gerektiği söylentileri çıkmıştı. Sultan İbrahim, tahta bir çocuğun çıkartıldığını ve devletin felakete sürüklendiğini söylediğinde kendisine hak verenler olmuştu.

Bununla birlikte Sultan İbrahim’in yeniden tahta geçirilmesinden endişe eden ve kendisini tahttan indiren grup bu durumdan rahatsız olmuştu. Bilhassa kendisini, isyancıların desteğiyle Vezir-i Azam ilan ettiren Sofu Mehmed Paşa bu konuda kararlıydı. Zira Sultan İbrahim, yeniden tahta geçerse hepsinden intikam alabilir ve kendilerini idam ettirebilirdi. Bu kapsamda öldürülmesine dair yeni bir fetva alınan Sultan İbrahim, zindanda bulunduğu sırada yanına gelen cellatlar tarafından 18 Ağustos 1648 günü katledilmiştir. Sultan İbrahim katledildiğinde 33 yaşında idi.

Sonuç olarak Sultan İbrahim’in bazı sinirsel ve ruhsal anlamda sıkıntılarının olduğu aşikardır. Bununla birlikte, bazı popüler yazılarda yer aldığı gibi kendisinin deli olduğu doğru değildir. Sultan I. İbrahim’in akıl sağlığının yerinde olduğu, dönemin kaynakları ve sonraki araştırmalarda net olarak ortaya konulmuştur.

Sultan İbrahim’in 8 yıl 6 aylık saltanatı döneminde birçok icraatın yapılması ve uygulanmasını bizzat takip ettiği ve en önemlisi devlet için uzun yıllardır bir kızıl elma haline gelen Girit Seferi’ni başlattığı göz önüne alındığında deli değil, aksine zeki bir padişah olduğu görülmektedir. Bununla birlikte bazı normal olmayan davranışlar içerisine girmesi, sonunu hazırlamıştır.

8 yıllık saltanatının ilk 4 yılı Kemankeş Mustafa Paşa’nın varlığı ve Sultan İbrahim’in devlet işleriyle bizzat ilgilenmesiyle Sultan IV. Murad dönemindeki gibi etkin ve güzel geçmiştir. Kemankeş Paşa’nın 1644’te idamından sonra Girit Seferi’nin başlaması, bir müddet daha devletin otoritesini devam ettirmesine neden olurken 1645’ten itibaren Sultan İbrahim’in cinci hocası ile kendi kadınları ve harem görevlilerinin etkisine girmesi, bu kapsamda haremdekilerin istediklerini yapmaya başlaması, sıkıntılı sürecin doğmasına ve bir devlet adamına yakışmayacak tavırlar içerisine girmesine neden olmuştur.