Vakıf Katılım web

AĞZIMIZIN TADI

Dr. İlhami FINDIKÇI
Tüm Yazıları
Yaz günü kana kana su içip tadını alamamak da bir imtihan olsa gerek. Covid ile ilgili birçok köşe yazısı yazdım, canlı yayınlarda konuştum belki ama nihayet hasta olunca anladım ki az bile söylemişim.

Yaz günü kana kana su içip tadını alamamak da bir imtihan olsa gerek. Covid ile ilgili birçok köşe yazısı yazdım, canlı yayınlarda konuştum belki ama nihayet hasta olunca anladım ki az bile söylemişim. 

Rahmetli Babam, uzun süre hasta olmayınca sıkılırdı. Zira hastalığı, Allah’ın insanla alışverişi gibi görürdü. Her şeyin düzeninde, ölçüsünde ve alışılageldiği gibi devam etmesi kadar bu düzenin aksaması, duraklaması, bazen bozulması da hayatın olağan akışının sonucudur ve bazen de yenilenmedir.  Dolayısıyla sağlık gibi hastalığı verene de şükrediyor ve sebeplere yapışarak ikisinden de nasiplenmeye çalışıyoruz.

Düşünün ki cananlarınıza dokunamıyor, sevemiyorsunuz. Yiyeceklerden uzaklaşıyorsunuz ve hareket kabiliyetiniz azalıyor. Hal diliniz,  sözlerinizin önüne geçiyor. Kemiklerinizden adeta ayrılmak isteyen kaslarınızın ağrısı, bedenin taşımakta zorlandığı baş ağrıları, boğazı yırtacak öksürükler… Hepsi bir yana suya kanamamak ayrı bir dert. Zira ağzımızın tadı gitmiş. 

Bir virüs nasıl da altüst ediyor kocaman vücut sistemini ve insanı birçok şey gibi suyun tadından da uzaklaştırıyor. Ka ybedince farkına vardığımız değerler misali elimizden gidince ağzımızın tadının ne kadar kıymetli olduğunu anlıyoruz. 

Demek ki düzen bozulunca işin tadı kaçıyor. Türkçemizde temenni ve dua olarak da kullanılan “Allah ağzımızın tadını bozmasın” deyimi bu durumu nasıl da güzel özetliyor. Hem gerçek hem de mecaz anlamda kullanılan bu deyim; kurulu düzenin bozulması, ahengin sarsılması ile oluşan düzensizlik ve belirsizlik ortamının getirdiği kaygı ve huzursuzluğu anlatır. 

SUYUN TADI

Şu halde ağzımızın tadının kaçmasının maddi sonuçları kadar sosyal ve psikolojik sonuçlarıyla da karşı karşıyayız. Burada da madde ile mana bir denge arayışındadır. Yediklerimizden beklediğimiz tadı alamamanın bedene olan maddi etkileri kadar içinde bulunduğumuz belirsizlik halinin yol açtığı gelecek kaygısı ve huzursuzluk da bizi yakından etkiler. Ağız tadımızı sadece maddi sebep ve sonuçlara bağlamak ve orada takılıp kalmak elbette tabloyu eksik görmemize neden olacaktır.  

Gök kubbenin içinde, dışında, altında, üstünde kısacası kâinatta görebildiğimiz ve göremediğimiz canlı, cansız her şey, bir denge ve bir düzen dâhilinde yaşamına devam eder. Yaratılmışların en değerlisi olan insan, zihinsel kapasitesi ile bu düzeni anlamaya yönelmiştir. İnsanlık tarihi boyunca geliştirdiği bilim dalları ile göklerden yıldızlara, okyanuslardan mercanlara, ormanlardan ağaçlara, topraktan madenlere, insanlardan canlılara… Kısacası çevresini saran tüm varlık âlemini objektif gözlemler, bilimsel deneyler ve araştırmalarla somut verilere dönüştürüp öğrenmeye ve anlamaya çalışmış insanoğlu. 

Ancak bilimsel bakışı kendi şahsi amaçları için kullanan bazı kişi, şirket, devlet ya da güçlerin etkisiyle hayatı daha medeni hale getirmeye yönelen teknolojinin hizmet ettiği amaçlarda ciddi kırılma yaşandığı biliniyor. Nitekim insanların daha konforlu bir hayat yaşamalarını temin edecek teknoloji, yer yer tam tersi sonuçlara yani doğaya ve insana zarar verecek boyutlara ulaşmıştır ne yazık ki. 

Düşünün ki günümüzün modern dünyasında milyarlarca insan temel gıda malzemelerine ulaşamıyor, temel sağlık koşullarına sahip değil. Doğdukları topraklarda yaşama şansı bulamayarak mülteci konumunda olan milyonlar, hızla bozulan iklim şartları, şekil değiştiren ama bitmeyen savaşlar, giderek daha yaygın bir hal alan küresel sağlık sorunları, yaklaşan enerji krizleri… 

“KAL İLE OLMAZ”

Bütün bunlar modern toplumun teknolojiyi, gerçekten ne düzeyde insanın faydasına kullandığını sorgular hale getirmiştir. Zira ileri teknolojinin eseri olan sanal yaşam ve dijital hayat şartları insanı, doğal yaşamından hızla uzaklaştırmaya başlamıştır. Bir anlamda ileri teknoloji, insanlığın ağzının tadını bozmaya başlamıştır.

Daha da büyük sorun insanın kendisinden, herhangi bir canlı değil bir insan olarak kendi öz varlık nedeninden uzaklaşması ve neredeyse kendini inkâra yönelmesidir. Bunun en belirgin göstergelerinden b iri de bilimi hızla manadan uzaklaştırma çabalarıdır.  

 Oysaki temelleri Antik Yunan’da atılan bilimsel yöntemin temel iki odağı; somut ve soyut gerçeklik alanları olmuştur. Bilim; bir yandan doğadaki somut olgu ve olayların düzenini anlayıp bu düzenin kanunlarını tanımlamaya çalışmış. Diğer yandan somut varlığın devamı olan soyut gerçeklik alanını da düşünceler, hipotezler, algılar, sezgiler ve hisleri de araştırma alanına almıştır. Soyut gerçeklik alanını da daha anlaşılabilir ve tanımlanabilir hale getirmeye ve mümkünse sayısal verilerle ortaya koymaya yönelmiştir.  

Şu halde ağzımızın bozulan tadını n maddi sebep ve sonuçları kadar manevi ve sosyal sebep ve sonuçları ile de ilgilenmek durumundayız. Elimizdeki nimetler gitmeden kıymetlerini bilenlere ne mutlu. Bir yudum suyun tadını almanın kıymetini bilenlere ne mutlu. Mevlana Hazretlerinin bir sözü ile bitirelim:

“Dedim: ağız tadı bal ile olmaz, Bana Sultan gerektir, Dedi; hal iledir, kal ile olmaz, seven sevdiğine kurban gerektir”.