ABD YENİ GÜVENLİK STRATEJİSİ NE SÖYLÜYOR?

Prof. Dr. Vişne KORKMAZ
Tüm Yazıları
Bu hafta açıklanan yeni Güvenlik Stratejisi (NSS 2022) bu açıdan pek çoklarını tatmin etmedi.

Amerikan güvenlik dokümanları pek çok şeyi açık açık söyleyen dokumanlardır, fazla bulanıklığa filan yer vermezler- bu açıklık ABD’nin caydırıcılığı için gerekli bir unsur olarak yıllardır süregelen bir stratejik kültür yaratmıştır. Bu hafta açıklanan yeni Güvenlik Stratejisi (NSS 2022) bu açıdan pek çoklarını tatmin etmedi. Aslında belge, söyleyebileceği pek çok şeyi söylemiş ama yine de herkesin ağzında Amerikalılar bir şeyleri söylemekten imtina etmiş duygusu uyandırıyor. Bir kere bu belge -yani Biden-Harris Yönetiminin Güvenlik Stratejisi uzun bir süredir bekleniyordu. Trump’ın ortaya koyduğu realist ama demir gibi sert ABD üstünlüğünü savunan stratejinin altından çok sular aktığı için ABD’nin küresel politika içerisinde kendini nasıl tanımlayacağı merak konusuydu. Nihayetinde bu yönetim yola ABD geri dönüyor sözü ile çıkmıştı. İşte hayal kırıklığı da burada başlıyor, bu kadar beklenilen ve uluslararası topluma ABD’nin güvenlik stratejileri bazlı seslenişi olarak görülebilecek belge biraz renksiz-kokusuz ve bazı tutarsızlıkları barındırıyor- örneğin bütünleşmiş caydırıcılık bir amaç/araç olarak gösterilerek maksimalist olmaya çalışılmış ama benimsenen retorik son derece düşük tonlu -hatta iddiasız.

Stratejik rekabet ABD’ye mütevazi olmayı öğretir mi?

Bu iddiasızlık da ABD, gücünden emin değil mi sorusunun sorulmasına neden oluyor. İşin ilginci sanki bu belgeyi kaleme alanlar, bu sorunun sorulacağını tahmin etmiş gibi, “yıllardır ABD’nin güçten düştüğü, gerilediği konuşulup duruyor ama bugüne kadar ABD güçten düşmedi” mealinde bir cümleyi de araya sıkıştırmışlar. Kısaca belgenin haleti ruhiyesi “uluslararası düzen” ile ABD liderliğini özdeşleştiren bir güç için fazla mütevazi. Zira güvenlik belgesinin başından itibaren 48 sayfaya şekil veren kilit bir kavram var: rekabetin geri dönüşü ve bu kilit kavram ABD’nin yukarılarda yalnız olmadığını ima ediyor. Bu yalnız olmama hali üç ayaklı:

Öncelikle Washington, Çin Halk Cumhuriyeti’nin (ÇHC) ABD ile rekabet edebilecek bir güce yakın zamanda yaklaşacağını öngörüyor. Aslında NSS 2022 bu açıdan kendinden önce, ABD’nin gücünün rakipsiz olduğunu vurgulayan doktrinlerden ayrışıyor. ABD güvenlik bürokrasisine yakın akademisyenlerden Çin’in başardıkları konusunda duydukları rahatsızlığı bizzat dinlemiş biri olarak belgedeki bu vurgu bizi şaşırtmıyor ama yine de ABD’nin Çin’in kapasitesini neredeyse kendisine yaklaşan bir güç olarak tanımlaması ve Çin ile rekabeti, Rusya ile rekabetinden ayırması son derece önemli.

Belge, Çin ve Rusya’nın uluslararası düzene meydan okuduğunu düşünüyor. Rusya’nın nasıl meydan okuduğunu açık açık yazmışlar: Ukrayna savaşı, revizyonizm, BM ve Avrupa güvenlik sisteminin temeli olan sınırların kuvvet kullanılarak değiştirilemeyeceği ilkesine karşı çıkış- ki bir tür emperyalizm olarak ifade edilmiş-, enerjinin silah olarak kullanılması, nükleer silahlara dayanmak zorunda kalması vb. Tabi belge, Rusya’yı aslında Avrupa düzenine yönelik şu anda ilgilenilmesi gereken bir tehdit olarak tanımlarken bu tehdittin sınırlı doğasını yazmaktan çekinmemiş. ABD, Rusya’nın Ukrayna Savaşında konvansiyonel yetersizliklerini açıkça gösterdiğini düşünüyor, zaten bu yüzden de Moskova’nın giderek nükleer silahlarına dayanan bir strateji geliştireceğini düşünüyor. Stratejik nükleer dengenin korunması, nükleer silahların kullanılmasının engellenmesi, ABD nükleer caydırıcılığının güçlendirilmesi, Yeni Start Anlaşmasının uygulanması filan zikredilmiş elbette. Ama Washington taktik nükleer silahların kullanılması durumunda nasıl bir yol izleyeceğine hiç değinmemiş, keza ABD nükleer kapasitelerini modernleştirmekten dem vururken nükleer silahların yatay ve dikey yayılması sorunu ile nasıl mücadele etmeyi düşündüğünü de söylememiş. Zaten İran ve Kuzey Kore’nin ismi topu topu birkaç kere geçiyor. İran’ın nükleer silah edinmesine izin verilmeyeceği bir kere söylenmiş, bir kere de Kore Yarımadasının nükleer silahlardan arındırılması amacına dem vurulmuş, bunun dışında İran ve Kuzey Kore’ye karşı caydırıcılık vurgusu var. Peki nükleer silah edinmenin altında kalan tüm nükleer seçenekler için ABD ne düşünüyor dersiniz; sadece sessizlik. 

Küresel rakip Çin ama etraf çok kalabalık

Mesele Çin’in meydan okumasına geldiğinde biraz karışıyor. Tek açık husus şu; Çin ile gerçekleşen rekabet Hint-Pasifik alanı ile sınırlı değil, küresel bir rekabet. Elbette Çin Hint-Pasifik alanı için belirli meydan okumalar yaratıyor, bu nedenle de ABD bu alanda Japonya ve Tayvan’a verdiği caydırıcı desteği ve güvenlik garantisini tekrarlıyor. Güney Çin Denizi’nde alanın tüm aktörlere açık olması gerektiğini söylüyor; QUAD, AUKUS gibi yeni birlikteliklerin öneminin altını çiziyor ama ÇHC ile yaşanan ve yaşanması muhtemel rekabetin sadece askeri alanla sınırlı olmadığını teknoloji, ekonomi, insan kaynağı yani küresel dinamizmle ilgili olduğunu hissediyoruz. Çin’in küresel sistemde ulaşabildiği alan Washington’u etkilemiş görünüyor. Ve söz konusu ÇHC olduğunda pek çok karşılıklı bağımlılık yüzünden mücadelenin tek boyutlu görünemeyeceğini Washington ifade ediyor, hatta belgenin bir yerlerinde Çin’in sistemdeki etkisi dolayısıyla ABD’nin ÇHC ile yan yana “sorumlu bir rekabet” içerisinde beraber yaşayabileceği de söyleniyor. Sorumlu rekabet ilginç bir kavramsallaştırma. ABD, tam ne demek istediğini açıklamamış ama Yeni Soğuk Savaş, nükleer bir savaş filan istemediklerini söylediklerinden belirli kırmızı çizgileri olan bir mücadelenin akıllarında olduğunu anlıyoruz. Tabi kırmızı çizgiler çok net değil. Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne yapılan vurgudan Rusya ile hesabın Ukrayna’da görüleceği anlaşılıyor. Öte yandan ABD’ye göre pandemi, iklim değişikliği, gıda güvenliği, terörle mücadele, mülteciler vb meydan okumalar da en az stratejik rekabet kadar önemli ve ABD gibi düşünmeyen ülkelerle işbirliği yapmadan bu sorunlara çözüm bulmak zor. Herhalde bu cümlelerle işaret edilen Pekin yönetimi. Kısaca Washington, Çin ile işbirliğinden filan bahsetmiyor- artık bu tür bir işbirliğine şans tanınmıyor- ama yan yana küresel sistemde sorunlarla ortak ilgilenmekten bahsediyor.

ABD’nin kafasında sanki 2 kutuplu bir sisteme gidiyormuşuz gibi bir izlenim var- ki Washington amacını bu mücadelede avantajı ve üstünlüğü (competition edge) elinde tutmak olarak açıklamış. Enerji bağımsızlığına sahip bir süper-güç olmaya atıf yok- ki hala ABD bu üstünlüğü elinde tutuyor. Yatırım yapılması gereken pek çok alan sayılmış: teknoloji, kritik altyapı, insan kaynağı, ABD’nin iç politik toplumsal sistemi, son olarak Amerikan askeri gücü ve tüm bunlardan ayrı olarak da müttefikler ve ortaklara yapılacak yatırım. Ancak ABD’nin askeri üstünlüğünden bahsederken yeni savaşların değişen doğası biraz kafa karıştırmış gibi. Yeni savaşlarda en önemli unsur olarak mevcut askeri güçten ziyade (-ki Rusya’nın Ukrayna’da ne yapıp yapamadığının bir ders niteliğinde olduğu görülüyor) Savunma sanayinin esnekliği, kapasitesi ve tehdide uygun caydırıcı ve cezalandırıcı gücü hemen üretebilme yetisine vurgu yapılmış. ABD bu konuda elindeki güçten ziyade potansiyeline güveniyor gözüküyor. Ama kendine güvenirken bir gözü de diğerlerinde, başta da ÇHC’nde. Belge de 2 kutuplu sistemle ilgili bir hava var ama açık bir dillendirme yok çünkü ABD iki büyük gücün dışında küresel sistemin çok kalabalık olduğunu düşünüyor. Hatta küresel mücadele de Rusya ve Çin’in Küresel Güney’e ulaştığına dikkat çekilmiş. Washington Moskova ve Beijing’in yumuşak gücünün Küresel Güney’e ulaşılsa bile çok güçlü olmadığını düşünüyor. Ukrayna Savaşı’nda küresel bir tepki verildiğinden ve Rusya’nın küresel bir cevap aldığından bahsetmiş. BM Genel Kurul oylamalarında sayı üstünlüğü dışında küresel bir cevap gerçekten ortaya çıktı mı emin değilim. Zaten belgeyi yazanlar da bu konuyu uzatmadan meseleyi demokrasi- otokrasi karşıtlığına bağlamışlar.

Demokrasi-Otokrasi kutuplaşması önemli ama düzen daha önemli

Belge, demokrasi-otokrasi karşıtlığını bir çerçeve olarak kullanıyor ve iç politika -dış politika ayrımını reddediyor. “Uluslararası düzen” kavramsallaştırmasını farklı varyasyonları ile (küresel ekonomik düzen, açık uluslararası sistem, kurallara dayalı düzen, Dünya düzeni vb) metnin kalbine yerleştiriyor ve “ABD liderliğini” bu düzenin korunması için bir şans olarak sunuyor. Kime? Düzeni korumak isteyenlere. Belge, uluslararası düzeni, liberal değerlerle tanımlıyor elbette ama liberal küresel düzen ifadesini kullanmıyor. Hatta, küresel düzenden ne anlaşıldığını açıklarken daha önce var olan küresel sistemin (II. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş sonrası düzenden bahsediliyor) bir devamı olan bir düzen vizyonu olduğu belirtiliyor. Ancak bu düzende bazı eksikliklerin olduğu da kabul ediliyor. Bu eksikliklerin ne olduğu söylenmemiş ama demokrasi ve bu düzen fikrini paylaşan ülkelerle beraber çalışılarak hem stratejik rekabette hem de küresel sorunlarla ilgilenmekte ABD liderliğinde geniş, kapsayıcı, neredeyse tüm küreyi kapsayıcı bir çalışma ağının oluşması vizyonu var. Bu vizyon, belgede neden müttefiklik ve ortaklıkların çok önemsendiğini bize anlatıyor. Ayrıca neden belgenin demokratik ideoloji ile yazılsa bile rejim değişikliği aracını reddettiğini de açıklıyor. Zira ABD iki şeyden çok emin değil: 1- 1945’deki gibi bir anda olmadığımız için demokrasi demokrasi diye tepinerek Batı dışında hatta AB içerisindeki son gelişmeleri hatırlarsak (Macaristan, Polonya’daki çeşitli kanınlar ve AB ülkelerindeki seçim sonuçları) Batı içerisinde “demokrasiler kümesi” oluşturmak biraz zor olabilir. Bu nedenle düzenle ilgili vizyonu paylaşmak yeterli bir minimum standart olarak belirmiş belgede. 2)-ABD düzene ve güvenliğe yönelik meydan okumanın kendi içerisinden de gelebileceğini düşünüyor. Yani Trump travması hala devrede ve gücünü Trump olmamaktan alan bir yönetim ABD demokrasisi ile ilgili büyük cümleler kurmakta zorlanıyor.