Vakıf Katılım web

ORTADOĞU'DA YENİ GELİŞMELERE ODAKLANMAK

Prof. Dr. Fahri ERENEL
Tüm Yazıları
Ukrayna -Rusya savaşı, NATO'nun yeni aday üyeleri ve Türkiye'nin haklı tepkisi derken güney sınırlarımız da hareketlilik artmaya başladı.

Ukrayna -Rusya savaşı, NATO’nun yeni aday üyeleri ve Türkiye’nin haklı tepkisi derken güney sınırlarımız da hareketlilik artmaya başladı.

Rusya, Suriye genelindeki güçlerini Ukrayna ile olan savaşın uzaması ve artan yaptırımların etkisi ile Lazkiye ve Hmeymim hava üssü ile sınırlı olacak şekilde çekmeye başladığı ve bu güçlerin bir kısmını ise Rusya’ya çektiği şeklinde medya haberleri giderek artmakta, Rusya’dan ise bu haberlere karşı herhangi bir yalanlama gelmemektedir.

Konuya öncelikle Rusya’nın hedefleri açısından baktığımızda Rusya’nın Suriye’nin tamamına hakim olmak gibi bir düşüncesi olmadığını söyleyebiliriz. Lazkiye ve Hmeymim, Rusya’nın uzun yıllardır arayıp bulamadığı imkanlardı. Bu iki önemli bölgeyi elde bulundurmayı Suriye yönetimini de kontrol ettiği için yeterli bulduğu düşünülebilir. Fırat’ın doğusundaki varlığı ABD’nin artan etkisini kırma, Türkiye’nin Suriye genelinde varlığını hissettiği bekasına yönelik tehditleri dikkate aldığını göstermek amaçlı idi. Yani denizcilerin ifadesi ile Rusya bu bölgede sadece bayrak gösterdi. Ben de varım demek istedi. Hatta Türkiye ile sahada bir etkisi olmadığı görülen sayısız ortak devriye faaliyetleri yürütüldü. Bu devriyelerde Rusya gerçektende bayrak gösterdi.Zırhlı araçlarına Rus bayrağı asarak. Açıkçası Suriye’yi değil. PKK terör örgütünü olası bir Türk Silahlı Kuvvetleri harekatına karşılık koruma hedefliydi bu faaliyeti. Aynısını ABD’de de yapmıştı. Türkiye ile ortak devriye ve bayrak gösterme. Onlarında hedefi vekillerini Türkiye’den korumaktı.

NATO’NUN ÇÜRÜMÜŞLÜĞÜ

Her iki ülkenin Türkiye’nin Münbiç’e yönelik bir harekatını konuşulduğu dönemde belki de tarihte ilk kez bir araya gelerek bayrak gösterdikleri asla unutulmamlıdır. Bu iki güç tarihlerinde ilk kez hem de NATO üyesi bir devlete karşı ortak bir noktada buluşmuşlardı. Tercihleri Türkiye değil, bir terör örgüt olmuştu. Türkiye ‘tehdit altındayken NATO ne yapmıştı derseniz elbette her zaman olduğu gibi koskoca bir hiç. Üstelik bir NATO ülkesi, NATO’nun tehdit olarak algıladığı bir ülke ile bir NATO üyesini hedef alması, NATO’nun çürümüşlüğünü göstermesi açısından da önemlidir.

Hatırlayalım her iki ülke ile imzalanan mutabakatları. İçeriklerinde Suriyeli sığınmacıların ülkelerine geri dönüşleri de yer alıyordu, Rusya’nın kontrolüne bırakılan Barış Pınarı harekat sahasının doğusu ve batısında ki bölgeler ile ortak devriye faaliyetleri ile kontrol altına alınması amaçlanan sınırdan 10 km derinlikteki bölgelerde hemen her gün Türk Silahlı Kuvvetleri tarafında etkisiz hale getirilen terörist haberleri izlemeye devam ediyoruz. Ortada ne devriye  ne de Rus askerleri var. Aynı şekilde ABD’de mutabakatı sadece zaman kazanmak amacı ile yapmıştı. İçinin boş olduğunu aslında biliyorduk. Ancak, zamanın ruhu gereği asgari müştereklerde buluşmak zorunda kalınmıştı.

YENİ GÜÇ AKTARIMLARI

Şimdi Ortadoğu’da yeni güç aktarımlarının izlerini görmeye başladık. Suriye’de İranlı milisler daha fazla görünmeye başladılar ve Hizbullah’ın bu bölgeye güç kaydırdığı bilgileri mevcut. Irak’ta hükümet bile kurulamıyor. İç savaşın eğişinde bir ülke konumunda. Hidrokarbon kaynak zenginliğine rağmen refah seviyesi giderek düşüyor. Lübnan, her alanda çöküyor.

Ortadoğu’nun bu 3 ülkesi yeniden düzenleniyor. Arık bu son düzenlemenin bölünmeyi beraberine getrieceği çok açık. Her ülke, bu 3 ülkenin toprak bütünlüğünden öncelikle söz ediyor. Ancak, sahadaki uygulamalar tersini gösteriyor.

Suriye’ye yönelik anayasa görüşmelerini hatırlayan var mı? Ya da İran’ın nükleer müzakerelerini? Irak’ta İran ve Irak şiileri arasında ki kapışmanın artan şiddetini? Ekonomisi iflas etmiş, çok yapılı Lübnan adım adım çöküşe gidiyorken yardım çığlıkları duyulmuyor. Özetle Türkiye’nin güney sınırlarında hareketlilik ciddi boyutlarda.

ÖZ VE ÖZ TÜRK YURDU

Irak’ın kuzeyine düzenlenen ve devam eden Pençe-Kilit harekatı bu gelişmeleri öngörerek yapılan önemli bir operasyondur. Irak’ın kuzeyini İran’ın etkisinden kurtarmak, PKK’yı vekil olarak kullanmasını ve bu örgüte desteğini engellemek. Bir sonraki adım, Haşdi Şabi-PKK işbirliğini Sincar üzerinden kırmak, Musul kuzeyine hakim olmak, Musul sünnilerini ve özellikle genç Türkmenleri şiileştirme kampanyalarını boşa çıkarmak olmalıdır. Kuzey Irak Bölgesel Kürt yönetimi ile iş birliği içerisinde ve eğer katılmak isterse Irak Merkezi Hükümeti ile birlikte Sincar ve Musul’da İran etkisine son vermek, terör örgütlerinden öncelikle Irak’ın kuzeyini ve sonrasında Musul ve Kerkük bölgesini temizlemek, öz ve öz Türk Yurdu olan bu iki bölgeyi özerk veya doğrudan ana vatana bağlamak temel hedef olmalıdır.

Suriye’de ise Fırat’ın doğusunda bir terör devleti oluşum süreci hızlanmıştır. Suriye fiilen ikiye bölünmüş durumdadır. Bu bölgede de İran etkisi artmadan M4 karayoluna kadar olan bölge doğusu ve batısı ile Menbiç tamamen kontrol altına alınmalı, Kuzey Suriye Arap Devleti kurulması için şartların oluşturulması planlanmalıdır.

Bu çalışmalar sadece terör örgütüne karşı değil, onun vekili olan güçlere karşı da çok boyutlu yürütülmelidir. Aksi halde Irak ve Suriye’nin kuzeyinde İran etkisi artacak, bizim yapamadığımızı İran yapabilecektir. İsrail ve ABD buna izin vermez diyenlerin seslerini duyar gibiyim. İranlı milislerin artan sayısını ve Hizbullah’ın Lübnan’dan İdlip bölgesine gidişini ABD ve İsrail medyası haber olarak veriyor. Resmi ağızlardan ses çıkmıyor. Rusya sonrası bölge Türkiye’nin kontrolüne geçerse terör devletine asla müsaade etmeyeceğini biliyorlar ve terör örgütünün diğer destekçisi olan İran’ı tercih ediyor ve  daha kontrol edilebilir buluyorlar. Ayrıca, NATO ülkesi olmaması ve sabıkalı bir ülke olması bu ülkeye ileride müdahale imkanını açık bırakıyor.

Bu bölgede askeri olarak olmasada ekonomik yatırım olarak Çin’i gözardı etmemek gerekiyor. Çin her iki ülkede yatırımlarını korumaktan yana bir tavır sergileyeceği, olası bir harekata karşı çıkabileceği dikkate alınmalıdır.

Unutulmamalıdır ki tarih güçsüzleri değil güçlüleri yazar.