DOKUNUŞLAR

Recep GARİP 30 Eyl 2022

Recep GARİP
Tüm Yazıları
"Büyük Doğu", "Diriliş" ve "Edebiyat" dergilerinde demlenmiş olan genç kuşak 1976 yılına gelindiğinde "Mavera" dergisini çıkarmaya karar verir.

“Büyük Doğu”, “Diriliş” ve “Edebiyat” dergilerinde demlenmiş olan genç kuşak 1976 yılına gelindiğinde “Mavera” dergisini çıkarmaya karar verir. Böylece rüştü ispat anlamına da gelen bu tavır, dergi geleneğimizi dörtlemiş olur. Tıpkı Üstadın mısralarında can bulmuş gibi;

“Son gün olmasın dostum, çelengim, top arabam

Alıp beni götürsün, tam dört inanmış adam”

Burada ki vurgu Peygamberimizin dört halifesine de işaret eder ki “Yedi Güzel Adam” şiiriyle ünlenen Cahit Zarifoğlu’nun buradaki vurgusu “Edebiyat” ve “Mavera” dergilerini çıkaranlarında yedişer kişiden olmuş olsa da bir şey değiştirmez. Nuri Pakdil biz “Edebiyat”ı kurarken yedi kişiydik diyor. Maverayı kuranlar da yedi kişidir. Hatta Ashabı Kehf’teki “Yedi Genç”e buradan vurgu çıkarılabilir. “Yedi kat yer ve gök”, bir gençte bulunması gereken yedi değere de Zarifoğlu vurgu yapmış olabilir. Fatiha suresinin yedi ayet oluşuna da bir işaret düşülebilir elbette.

Yalnızca yedi, şiirsel bir anlamı taşısa bile ben daha çok simgesel anlam yüklendiğini düşünüyorum. Bu anlamıyla "Yedi Bilge - Yedi Güzel Adam” isimleri kişilere göre değişse de her birimizin yedi bilgesi her zaman sıraya konulabilir. Üçler, yediler, kırklar bizim halk edebiyatına gönderme sağladığı gibi iman merkezli tasavvufi bir aklın da burada yer aldığına dikkat çekmek icap eder.  

Bir şiirden yola çıkılarak filimler yapıldığı vakidir. “Ahmet Muhip Dranas’ın “Fahriye Abla” şiiri gibi Zarifoğlu’nun “Yedi Güzel Adam”ı de TRT de dizi haline getirilerek bir dönemin edebiyat akımlarına, kavgalarına, dönemsel olaylarına dair yankılar kazandırmış, yeniden şiirin gündeme alınmasında, dillere şiirin düşmesinde etkili olmuştur. Bu nedenledir ki “Yedi Bilge” kitabımızda ismi geçen yedi şahsiyet ve edebiyat camiasındaki sayısız yedilere vurgu yapabilen bir denemeler kitabımızdır. “Yedi Bilge Yedi Güzel Adam” yedi veren güllere benzer. Kitabımızda, Necip Fazıl Kısakürek, Fethi Gemuhluoğlu, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Mehmet Akif İnan, Rasim Özdenören, Alaeddin Özdenören ve Prof. Dr. Nazif Gürdoğan’ın kısa biyografik denilebilecek hayat mücadeleleri ile şiire, sanata dair tarzları, tavırları, dergicilikleri, yol göstericilikleri kaleme alınmıştır. 2014 yılında yayınlanan kitabımız o yıllarda ilgi görmüş birkaç baskı yapılmıştır. Yeni dönemler için anlamlı olduğunu, genç okuyucuların mutlaka okumalarında yarar vardır.

Sanattan, edebiyattan, şiirden bahsediyorsak eğer orada bir medeniyetin varlığından da bahsediyoruz demektir. Bir başka söyleyişle bir medeniyetten bahsediliyorsa o medeniyetin edebiyatından, şiirinden, sanatından bahsediliyor demektir. Yedi Bilge - Yedi Güzel Adam’ın Cumhuriyet dönemi İslami düşünce ve İslam şiir akımını belirginleştirdiğini de vurgulamış olalım.

Kitaplar, hayatımıza çeki düzen verir. Kendimizi idrak etmemizi sağlar. Sağlıklı bir toplumun oluşmasında yazarların, ilim sahiplerinin, felsefecilerin, edebiyatçıların katkısı ölçülemez. Bundan dolayıdır ki hikmet ehlinin sofralarındaki bereket rahmete mütealliktir. Kitapla düşünme, kitapla hayatı tanzim etme ve kitaba göre hükmetme toplumu daha da anlamlı kılar. Okuyan bireylerin selamı, bakışı, yaklaşımı, hareket tarzı, yol gösterme ve öncülük etme şuuru, okumayanlardan çok daha asil, çok daha merhametlidir. Böyle olması beklenir.

Bakınız şiirin gücüne örnek olsun kabilinden veriyorum; "Güneşin Oğlu" 2008 yılı filmidir. Kuşkusuz sanatı, edebiyatı, şiiri önde tutan bazı filmlerin unutulmaz tatlar bıraktığını yılar geçse de izleyici oranlarının azalmadığını belirtelim. Ülkü Tamer'e ait "Konuşma Şiiri" Haluk Bilginer'in oyunculuğuyla taçlandığını da ifade edelim. Bu taçlanma öylesine hak edilmiş bir taçlanma ki bir binanın üzerinden şehre doğru bağıra bağıra okuduğu şiir; insanı uyandıran, irkilten, büyüten, yankı yankı geleceğe yürüten bir şiir halini alıyor. "Güneşin Oğlu" Onur Ünlü'nün yazıp yönettiği bir filimdir.

"Aman kendini asmış yüz kiloluk bir zenci

Üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten

Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?

Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.

İyi nişan alırdı kendini asan zenci,

Bira içmez ağlardı, babası değirmenci,

Sizden iyi olmasın, boşanmada birinci…

Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen"

"Dokunuşlar" farklı kapıları açmamızı sağlıyor. Dolayısıyla ilk insandan itibaren devam edip giden bir sürece şiir tanıklık ediyor. Şiir, hayatı dramatize etmez bilakis gerçeklerin kalbinden kelimeler derleyerek hayatı daha dikkatli yaşamamız gerektiğini söyler bize. Yedi Bilge'ye dokunuşumun sebebi de böylesi etkili şairlerin şiirlerine vukufiyetin yeterince yapılmadığına vurgu yapmaktır.

Yerli ve dünya sinemalarına, dizilerine bakıldığında görülecektir ki şiir her zaman kendi varlığını hissettirmiştir. Sinema dilini güçlendiren en önemli unsurlar sanatın, şiirin, edebiyatın ve sanatın merkezde her zaman kendi gücünü hissettirmesidir. Birçok ressamın, edebiyatçının hayatı filmlere konu olduğu gibi romanların, hikâyelerin, şiirlerin ve resimlerin de gücü ortadadır. "Şiirsel Sinema Dili" Andrei Tarkovski, Abbas Kiarostami, Sergey Parajanov ve Jim Jarmusch gibi yönetmenlerde en belirgin gözlenmektedir.

Orfik Üçleme (1932, 1950, 1960); 20. yüzyılın çok yönlü sanatçılarından "Jean Cocteau’nün Le sang d’un poète", "Orphée ve Le testament d’Orphée", "ou ne me demandez pas pourquoi" filmlerinden oluşan "Orfik Üçleme" şairlerin yazdıkları şiir ve estetik dokunuşlar üzerinden seyri gerçekleştirdikleri görülmektedir. Üçlemenin ilk filmine konu olan şair Cocteau, şairin dünyasındaki evrelerin-doğumların yaşanılmış hayat hikâyelerinden oluşan şiirin gerçekle hayalin mücadelesinin anlatıldığını söylemeliyiz. Hem şair, hem de şiir filmin atar damarıdır, merkez konusudur ve hiç bir sanatı diğerinden ayırmaz. Şairi ve şiiri öne çıkaran "şiirsel sinema"yı daha da belirginleştirerek gerçeküstücü bir boyuta taşınmıştır.

Orfeus’un hikâyesini gerçeküstücü bir yaklaşımla modern zamana taşıyarak Orphee'de Yunan mitolojisinden faydalanmıştır. Yaşlı bir şairin hayatı boyunca çırpınıp durduğu yolları aralayan "Le testament d’Orphée", çektiği acılardan, ilham kaynaklarından, ürettiği eserlerden şiirin gücünü hissettiren bir filmi dünya insanına izletme imkânı tanımıştır.

Ölü Ozanlar Derneği; 1989 yılında izleyicinin karşısına çıktı. Disiplinli bir erkek okul olan Welton Akademi’de 1959 yılında Peter Wier tarafından yapıldı. Okul yöneticilerinin tek gayesi başarıdır. Bunun dışında herhangi bir amaçları yoktur. Böylesi bir süreçte Keating (Kaptan) isminde bir öğretmenin öğrencileri edebiyat ve şiirin dünyasıyla tanıştırıyor. Böylelikle hayata-dünyaya değişik açıdan bakmayı, özgürlüğü yeniden yorumlamayı öğretiyor. Dead Poets Society, şiirin insan hayatındaki rolünün özgürleştirici güçlü bir anlatı sanatı olduğu filimde ortaya konuluyor. En İyi Özgün Senaryo dalında Oscar ödülünü kazanıyor.

Aslında uzun uzadıya dokunuşları gerektirecek filimler yok değil. Belki birkaçını ismen zikretmekte yarar var; Bir şairin hayatının anlatıldığı “Narın Rengi – Sayat Nova (1969)” yapımıdır. Romantik şiirin en vurgulu anlatımına örnek ise; “Parlak Yıldız – Bright Star (2009) yılında çekiliyor. Yazar olmaya çabalayan bir karakteri başrolde oynatan “Şiir – Shi” filmidir. Şilili yönetmen Pablo Larraín’in 2016 yılında çektiği iki filmden biri olan “Neruda”, efsanevi şair Pablo Neruda’dayı beyaz perdeye taşıyor. Amerikan Bağımsız sinemasının 2016 yılında izleyiciyle buluşturduğu bir diğer filim ise “Peterson”dur. Benlik ve sanatçı kişiliği ele alınır. İzinden gittiği şairlerin çevresinde bulunan Peterson iniş ve çıkışlarıyla izleyiciye sanatçı olmanın, özel hayatı etkileme yöntemlerini, işe olan mecburiyetin getirdiklerini gündeminde tutar.

www.recepgarip.com