Röportaj 17.01.2022 07:00

'Hayat kadar öngörülmez bir kurgu yaratamıyoruz'

Sanatın birçok alanında çalışmalar yapmış ve "Düş Uykusu" adlı kitabıyla okurların beğenisini kazanmış olan Oya Vahide Denizyaran, kitabı tamamlarkenki yazım sürecini ve ilham aldığı kaynakları anlattı.
'Hayat kadar öngörülmez bir kurgu yaratamıyoruz'

SEMA SEZEN

Tiyatro, müzik, resim, seramik alanlarında çalışmalar yapan ve sanatın her alanına dokunmanın hayatına büyük getirilerin olduğundan söz eden Denizyaran, "Düş Uykusu" kitabı hakkında merak ettiğimiz soruları yanıtladı.

-Düş Uykusu’nu yazarken nereden ilham aldınız? Çıkış noktanız neydi?

Düş Uykusu’nu yazarken çocukluğumdan bu yana çevremde gözlemlediğim bir takım kadınların kombinasyonundan yola çıktım. Bu tam anlamıyla bilinçli bir hareket olmasa da yazma sürecinde karakterlerin bazı huyları bana geçmişte karşılaştığım kimi insanları hatırlattı. Çıkış noktası olarak bir insanın iç sesini kaybetme olasılığının hayatında yaratacağı karmaşa olarak belirlesem de bu karakterle iletişim halinde olan diğer karakterlerin de hayatının bundan etkilenmesi kaçınılmazdı. Zaten şenlik de tam olarak böyle başlamış oldu. Bazı gerçekler, düşler, yanlış anlamalar ama maceranın sonunda hepsi baştakinden farklı bir insana dönüştü.

● Her şey yazarken mi gelişti? Yoksa zaten kafanızda bir plan var mıydı? Aniden şunu kurguladım dediğiniz bir nokta var mı?

Kitabı bölüm bölüm yazdım, belli bir noktaya kadar sanırım ortalara doğru hala karakterlerin yazgısının nasıl bağlanacağını bilmiyordum. Ancak bu konuda oldukça sık düşünüyor, kafamda romandaki karakterler ve olay örgüsü ile geziyordum. İnsan zihni çok ilginç, siz düşünmediğini sandığınız anlarda bile aklınızdaki üzerine düşünmeye devam ediyor. Nitekim, ben de bunun meyvesini bir gece ansızın kurguda her şeyi yerli yerine oturtarak, her karakterin yazgısını bir sonuca bağlayarak aldım. Çok şahane bir andı, bir aydınlanma anı gibi bir şeydi. Sonrasında sadece bu kurguyu yazmak kaldı, bu aşamadan itibaren çok daha rahat yazdım.

● Kitabın içindeki karakterler, Naciye, İrfan, Remziye, İsmihan bize ne anlatmak istiyorlar? Bir de sizin ağzınızdan dinleyebilir miyiz?

Karakterlerin hepsi de başta kendi halinde, işinde, gücünde mazbut tipler. Bu tabii ki buzdağının sadece görünen yüzü. Alt tarafta ise tüm toplumsal baskılar, yasaklamalar, kalıplar ve sıkışmışlıklar var. Bunların yüzeye çıkması için o rahat ve güvenli geminin bir yerlerden su almaya başlaması gerekiyor. Bunu İrfan’da, iç sesini duyamaması ile görmeye başlıyoruz. Bu bir terkedilme durumu gibi görünse de kaybeden kişinin büyük ölçüde yalnızlaşmasına ve kendini çok savunmasız hissetmesine yol açıyor. İç sesinin peşine düşen İrfan bu uğurda onu çevreleyen dünyanın göz ardı ettiği rahatsız edici gerçekleri ile karşılaşıyor. İrfan’ın sınavı burada. Naciye ve Remziye, benzer yaşamlar sürmüş, benzer sorumlulukları üstlenmiş, onlara biçilmiş benzer rolleri o güne kadar hiç ses çıkarmadan yerine getirmişler. Onların da rahat dünyaları darmadağın oluyor fakat deyim yerindeyse kendi küllerinden yeniden ve çok daha güçlü olarak doğuyorlar. İsmihan çok ilginç bir karakter, bir gün kendine yasakladığı her şeye izin vererek tamamen boyut değiştiriyor denebilir. Kadınların dönüşümü buram buram özgürlük kokarken, erkeklerinki gerçekleri daha açık görerek dünyayı olduğu gibi kavramaya yöneltiyor.

"SEÇMEDİĞİ BİR HAYATI YAŞIYORDU"

● Kitabın en çok burasını yazarken çok zorlandım dediğiniz bir yer var mı?

Yan karakterlerden Viktor Pezo bölümünde Viktor’un geçmişini ve bulunduğu hayata gelirken geçtiği evreleri yazarken çok duygulandım. Çünkü burada karaktere yöneltilmiş bir nefret söylemi, homofobi ve tüm bunlara eşlik eden istismar durumu vardı. Oysa hayatına çok tatlı ve sevecen bir çocuk olarak başladığı halde farklılığı nedeniyle hayal etmediği bir hayatın içine itilmişti. Kendisinin seçmediği bir hayatı

yaşıyordu. Kitabın finalini yazarken de zorlandım, çünkü karakterlerle çok haşır neşir olmuştum ve ayrılmakta güçlük çekiyordum. Fakat hepimizin özgürleşmesi gerektiğinin de farkındaydım, sonunu bağlarken biraz duygusallaştığımı söyleyebilirim.

● Romanınızda İrfan’ın iç sesini kaybettiğini kurgulamışsınız. Peki, siz iç sesinizi kaybetseniz neler olurdu? Bütün bunlarla empati yaparak mı yazdınız?

İnsanın iç sesini kaybetmesi aynı zamanda kendine yaptığı ototerapiyi, en yakın dostunu, sezgilerini de kaybetmesi anlamına geliyor. Bu benim için de çok korkunç bir şey olurdu ve ben de zavallı İrfan gibi aklıma gelen her türlü yola başvurabilirdim. Empati yaptığım noktalar oldu ancak buralarda hep gerçekliğin sınırlarından çıkarak İrfan’ın içine düştüğü durumun çaresizliğini anlatmaya çalıştım. Sanırım bunun etkisiyle hem hüzünlü hem de çok komik durumlarla sık sık karşılaşıyoruz roman boyunca.

● Eğer romanınızdan bir karakter olsaydınız bu hangisi olurdu? Neden o siz olurdunuz ve bu karaktere ya da diğer karaktere kendinizden, hayatınızdan ne kattınız?

Çok güzel bir soru bu. Cevap vermesi de bir o kadar güç. Romandaki karakterlerden Canfeda hiç kıyamadığım karakterlerden biri, yaşam tarzlarımız benzemese de onunla aramızda ayrı bir bağ var. Onun dünyayı, dünyanın onu algılayış şekli biraz trajikomik.

Bence hayat her zaman kurgudan bir adım önde, ne yaparsak yapalım hayat kadar orjinal, hayat kadar absürd, hayat kadar öngörülmez bir kurgu yaratamıyoruz. Benim hayat algım salt dünyanın gerçekleri değil, gerçeğin dışında kalan şeyler de hayata dair. Mesela düşlerimiz olmasa ne kadar sıkıcı bir hayat yaşamış olacaktık.